Son zamanlarda İstanbul’da ve Ankara’da aşı karşıtlığını ortak payda edinip, yer yer bu amaçla gösteriler düzenleyen, yer yer sosyal medya platformlarından sesini duyurmaya çalışan bir topluluk var. Abdurrahman Dilipak ağabeyin de başını çektiği bu cemiyet, aşıyla alakalı olumsuz tezlerin, teorilerin havada uçuştuğu bir platform. Şöyle genel çerçevede değerlendirildiğinde Müslüman insanların aşı karşıtı söylemleri ile Avrupa’daki aşı karşıtlarının söylemlerinin aynı olduğunu görüyoruz. “Biz de aşıya karşıyız.” derken Müslümanca bir bakış açısı sergileyememektedirler.

'Küresel oyunlar oynanmaktadır, işin arkasında para kazanacak dev firmalar var, aşı yapan ülkeleri fonlayan insanlar diğer insanların neslini kontrol etmek istiyorlarmış...” gibi iddialarda bulunan aşı karşıtlarının söylemlerine bir bakalım:

PARANIN SINIRLI GÜCÜ

Para kazanmak kimin meselesidir? Para fakir insanın meselesidir. Zannedilir ki zengin insanların veya ülkelerin en büyük ideali daha çok para kazanmaktır ve herkes işlerini para kazanmak için yapar. Zengin insanların ve zengin devletlerin aşıyı para için yaptığını söylemek çok da akıllıca olmayan bir iştir. Bu adamlar para mı bulamamaktadır? Çok mu paraya ihtiyaçları vardır? Paranız olduğunda paranın bir işe yaramadığını ve para kazanmanın çok kolay olduğunu görürsünüz. Özellikle parayı siz basıyorsanız, daha fazla para kazanmak için aşıyı bulup satalım düşüncesi ne derece mantıklıdır? Daha farklı, daha kolay yollardan milyar dolar kazanmak böyle insanlar için oldukça mümkün ve makul olsa gerek...

Şayet bu hastalık sürecinde hedef ve istikamet Avrupa ülkelerinin para kazanması ise bu, hastalık hakkındaki en güzel haberdir. İstedikleri yalnızca buysa para verelim, biraz ekonomik sıkıntı çekelim. Bu dert değil. Bunun için yapıyorlarsa şahsen çok mutlu olurum.

Ne kadar paramız olursa olsun bazı meseleleri paramızla çözemeyiz. Dünyada da parayla alamayacağınız şeyler vardır. Bugün Amerika’dan basit görünse bile işlevi yüksek bir bilgiyi paramızla satın alamayız. Para her şeyi satın alamaz. Birçok şeyin değeri de maddiyat ile ölçülemez.

İNSANLARA HÜKMETMEK İÇİN

Gizli bir hedef, insan neslini yok etmek, kontrol altına almak, hadım etmek gibi amaçlarla aşıyı bir silah olarak kullanmak istiyorlarsa bunu kapı kapı gezerek, kendinden olup olmadığını bilmeden herkesi aşı ile telef etme düşüncesiyle yapamazlar. Öncelikle ileriki zamanlarda kendi menfaatlerine hareket edecek kimseleri ayırt etmeleri gerekir. Mesela hastalandıklarında kendilerine bakacak olan doktorlara aşıyı ilk önce siz uygulayın diyemezler.

Dünya üzerinde halkları yok edecek ya da hasta edecek, gerek nükleer, gerek biyolojik birçok toplu katliam silahı vardır. Bunu dünyanın pek çok ülkesini yok etmek için kullanabilirler. Basit bir düğmeye basarak bir ülke insanının gen yapısını bozabilirler. İnsan neslini azaltmak, sayısı sekiz milyarı bulan insan nüfusunun dünyaya yük olmasını engellemek özellikle Avrupalıların üzerinde çaba sarf ettiğini bildiğimiz bir meseledir. Ama bunu herkese uygulanacak bir ilaçla yapacaklarını düşünmek çok da doğru değildir. Bunlar hikâye, hepimizin elinde bulunan telefonlar aracılığıyla ses dalgaları, radyo dalgaları kullanarak duygularımıza hükmedip intiharlara, toplu katliamlara rahatlıkla yöneltebilirler.

“Ben sizin göremediğiniz büyük resmi görüyorum.” diyenler aslında bir halt görmemektedirler. Kendi kuruntuları onlarda zihin örgüleri oluşturup bunları fark ettiklerini düşündükleri tezatlıklarla birleştirerek kafa karışıklığı yapmaktadır. “Oku” diyen kitabın haricinde her şeyi okumuşlar, meselelere Müslümanca bakmayı da terk ettikleri için Avrupalıların paranoyak senaryolarını kendilerince kıymetli bulmuşlardır. Bu gibi sebeplerle aşı karşıtlarına karşıyım.

Fakat bununla birlikte aşıya zaten karşıyım. Aşıya neden karşı olduğum sorulursa:

İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu; böylece Allah (dönüş yapsınlar diye) işlediklerinin bir kısmını onlara tattırıyor.”Rum Suresi 41.ayet.

Başımıza gelen belalara o bilim adamları ve ağa babalarının insana ve tabiata hükmetmek için yaptıkları müdahalelerin karada ve denizde sebep olduğu bozgunu sebep sayıyorum. Kendi yaptıkları biyolojik testlerden yaratılmış olan bir bela bütün dünyayı kapladı ve yaptıkları fesatlardan oluşan belaya çözüm olarak sunmayı düşündükleri aşı işini de bir türlü çözemedikleri için ne yapacaklarını da şaşırdılar. Aşı vurulanın hastalanmayacağını iddia ettiler fakat aşı vurulmasına rağmen pek çok insan hastalandı. Aşı vurulan bu hastalık yüzünden ölmeyecek dediler ama yine de pek çok insan bu hastalık sebebiyle öldü. Yoğun bakıma aşı vurulan girmeyecek dedilerse de pek çok insan yoğun bakıma girdi. Hatta aşı olanlarda ölümler arttı. Söylemlerindeki tutarsızlıklar beni olduğu gibi oldukça fazla sayıda insanı da aşı karşıtlığına itti.

Bu belanın başımıza gelmesinin ana sebebi insanoğlunun haddini aşmasıdır. Yeryüzünde oluşan fitne ve fesatlar ancak haddimizi aştığımızın göstergesidir. Kendimizi dünyanın hükümranı zannettik. Maddeye hükmettiğimize inandık. Kendimizi yaratıcı yerine koyduk. Hatta dünyanın düzenleyicisi, terbiye edicisi biziz zannettik. Nefislerimize zulmettik ve yeryüzünü fesada boğduk. Ellerimizle işlediğimiz günahlar yine ellerimizle başımıza belalar getirmeye başladı. Bunun ilahi bir ihtar olduğunu, Allah’ın birçok kavme bela yazdığını ve bunu telafi etmenin yolunun kendimizi düzeltmekten geçtiğini düşünmedik. Ayeti kerimede:

“Başınıza gelen her musibet, kendi ellerinizin kazandığı (günahlar) yüzündendir. Bununla beraber Allah, o günah ve kusurların pek çoğunu affediyor.” Buyrulmaktadır.(Şura Suresi 30 ayet.)

Allah merhamet sahibi olmasa lanetli bir dünyada yaşamak zorunda kalırdık. O bize merhamet ettiği için karada ve denizde çıkardığımız musibetlerin bir kısmını affedip bela göndermemektedir. Şayet aşı karşıtları meselenin bu yanında olsalar ve meselelere Allah’ın görmemizi istediği yerden baksalardı biz de onların yanında olurduk. Adı Müslüman olan insanların olaylara ve eşyaya gayrimüslimlerle aynı yerden bakmaları, onlarla aynı kafaya sahip olmaları çok üzücü bir durumdur.

“Denizde bir tehlike ile yüz yüze geldiğinizde Allah’tan başka bütün yardıma çağırdıklarınız kaybolup gider. O sizi kurtarıp karaya çıkardığında ise yüz çevirirsiniz. İnsanoğlu çok nankördür!” İsra Suresi 67. Ayet.

Denizde boğulurken, hayatınız tehlikeye girdiğinde aklınıza Allah geldi, karaya çıkınca ne çabuk unuttunuz buyuruluyor. Hastalık çıkıp ölümün nefesini ensemizde yoğun hissettiğimiz, yaşadığımız hayatın ve biriktirdiğimiz şeylerin boş olduğunu öğrendiğimiz ve ölümün kokusunu buram buram aldığımızda bütün yardıma çağırdığımız güçler kayboldu. Nasıl da can korkusundan panik yaptık, minarelere çıkıp “Allahu Ekber! Allahu Ekber”, “Sen en büyüksün! Sen en büyüksün! Bize acı, bu musibeti kaldır!” diye yalvardık... Ama Allah birinin gönlüne bu işin şifasını düşürüp de aşının ucu gözükünce Allah’a dua etmeye gerek kalmadı diye düşünerek hayatımıza kaldığı yerden geri dönüp fitne ve fesatlara devam edeceğiz. Hatta belki bilimin zafer kazandığını zannedip gereğini yapar, hassas davranırsak “Nasıl da başarılı oluyoruz, siz bize itimat edin. Sayemizde emniyettesiniz. Biz sizi öldürür, biz sizi diriltiriz.” deme noktasına bile geleceğiz. Aynı firavunun hayat vermek ve almakla ilgili sözleri gibi...

İyileşme dönemine gelince, önceki kavimlere baktığımızda bu bir fetret dönemidir. Allah toplumların kendini ıslah etmeleri, hadlerini bilmeleri, asıl hükümran olanın kendisi olduğunu idrak etmeleri için zaman tanır. Sonra bilim eşyaya daha fazla hükmetmek için çaba gösterip azgınlığını artırır da mutlak güç olduğunu iddia etmeye devam ederse ve Müslümanlar da buna iman etmeye başlarsa (İman emniyet demektir.) Allah da asıl musibeti gönderir. Gözlemlediğim kadarıyla çok daha büyük belalar geliyor. İçimizdeki fitne ve fesadı durdurmazsak daha büyük bela ve fitneler gelecektir.

Kara gözükmüştür, görünen köy kılavuz istemez. Kullara düşen, geceleri icabet zamanlarında ibadete kalkıp “Allah’ım sen âlemlerin yaratıcısısın. Hastalıkları ve şifayı yaratansın, beni ve ailemi koru. Bize merhamet et. Muhakkak ki sen arzda ve semada hükümransın” diye dua etmektir. İman ettiğini söylediği, yaşayan ve aktif olan Allah’a yerlerin ve göklerin yaratıcısı olan, şah damarımızdan daha yakın olan Allah’a meselesini bile arz etmeyen, acziyetini beyan etmeyen, içimizdeki ahmaklardan dolayı bize bela bulaştırma diyen ama yalnızca adı Müslüman olan kişi 35 kuruşluk maskeye Allah’tan daha çok güvenmeye başlamıştır. Tedbir inanca engel değildir ama aslolan Allah’ın yaratmasıdır.

TAĞUT SÖYLEMLERİ

Firavunlar ve tağutlar hiç bitmedi. Kıyamete kadar da bitmeyecektir. Onların en temel iddiaları hayat bahşetme ve öldürmenin ellerinde olduğunu iddia etmeleridir. Firavun ölümlüdür, bunu kendisi de, ona kulluk edenler de bilmektedir ama o, acziyetinin içerisinde ilahlık sevdası barındırır.

“İbrahim: 'Rabbim hayat veren ve öldürendir.’ deyince, o: 'Hayat veren ve öldüren benim!’ dedi. İbrahim: ‘Allah güneşi doğudan getirmektedir, haydi sende onu batıdan getir’ dedi…” Bakara Suresi 258.ayet

Firavunlar halen hayat bahşetmenin kendilerinden olduğunu ifade ederek ömür sürüyorlar. Bugün bunların sadece isimleri değişmiştir. Kıyamete dek kim kendisini diğer insanlara can bahşeden ve öldüren olarak görürse, o tağuttur, o firavundur.

Akaid kitaplarında küfür sözler denilen sözler vardır ama aslında sözün kendisi küfür değildir. O söz kâfir gibi düşünen bir zihniyetten çıktığı için ona küfür söz denir. Asrımızda ilahlık taslama veya atfetme cümleleri de aslında haddini bilmeyen insanlar tarafından çıkmış sözlerdir. Örneğin:

“Aşı sayesinde kurtulduk”, “Biz rıza göstermesek ölürsünüz.”, “Hastaya yetişemesem ölmüştü.”, “...Şöyle bir nesil yarattık.”, “Bugün başınıza bela gelmiyor ise filanca zatın hürmetine...”, gibi cümlelerle devamlı birileri bizlere kendi ideolojilerini hayatta kalmamızın, hayat bahşedilmesinin sebebi olarak yansıtmaktadır. İnsanı aslında bu aşı öldürür. Kimse bu sözleri bize aşılamaya çalışmasın. Ne bilim insana hayat bahşeder, ne de bilimsizlik öldürür. Bunlar Allah’ın şifayı yaratması, insanların gönüllerine düşürdüğü ilham, şifa vesilesi şeylerdir. Kimse kimseye hayat bahşetmemektedir. Herkes eceli kadar yaşar. Eceli gelmeyen kişi mermilerin arasında dolaşsa dahi en fazla gazi olur. Tıp, eceli gelmemiş insana şifa vesilesi olur. Dünya ve içerisindeki her şey birleşse dahi eceli gelene çözüm bulamaz. O halde biz varlığımızı ve hayatı sadece Allah’a borçluyuz. Kimse bize ilahlık taslamasın.

Gerçek hayat veren ve öldüren, ölümümüzü bir vakit bile öne alınmadığı ve geciktirilmediği bir takdire bağlayan Allah’a sonsuz şükürlerimizi sunarız.

Sahte ilahların ve kendini bir halt zanneden insanların yaptıkları ile karada ve havada başlayan fesat, tabii dengeleri bozmaya başlamıştır. Son peygamberin çoktan gelmiş olduğu ve artık başka peygamberin de gelmeyeceği, son günlere daha da yaklaştığımızı iliklerimize kadar hissettiğimiz bu dönemlerde Allah’a seslenmek yerine batıya, bilime, güçlere seslenenlere karşı çıkıyorum! İbrahim’in dediği gibi madem hayat bahşeden sizlersiniz “HAYDİ GÜNEŞİ BATIDAN GETİRİN DE GÖRELİM!”

Aşımı olurum ama maddenin ancak Allah’ın izni ile tesir edeceğini de çok iyi bilirim. Eşyanın arkasındaki güç Allah’tır ve her şey O'nun dilemesine bağlıdır. Aynı madde birine şifa olurken diğerini öldürebilir. Tesirin yaratıcısı Allah’tır.

Aşı karşıtları bu sebeplerden dolayı aşıya karşıyım deseler gidip Dilipak'ın alnından öperdim. Lakin semaları unutup dünyevileşen Müslüman ile Avrupalı adamın dünya hayali aynı olmuştur.

Velhasıl, başlığımıza döndüğümüzde aşı karşıtlarına karşıyım, aşıya da asıl çözüm olarak taraftar değilim. Aşımı da olacağım. Anlayan anlamıştır. Anlamayana da diyorum ki, sana karmaşa gibi gözüken bu sözler bir hakikatin eseridir. İnşallah anlarsın.

Saygılarımla...