Bu bizlere çok ağır gelen bir cümledir. Belki de birçok insan bu cümleyi duyduğu anda hemen itiraz edip onların ahlâksızlıklarına çeşitli örnekler verebilir. Avrupa’nın bozulmuşluğundan, fuhşun ve alkolün ne kadar yayıldığından dem vurur da vurur. Evet, bir taraftan güzelliklerle dolu bir hayatları varken diğer taraftan rezil bir haldeler. Bu meseleyi biraz inceleyelim.

İnsan insandır kıymetli arkadaşlar, her toplumun içerisinde iyi ve dürüst insanlar olduğu gibi sahtekâr ve güvenilmez insanlar da mevcuttur. Bu durum dünyanın her tarafında böyledir. Her toplulukta paranı kuruşu kuruşuna güveneceğin insanlar olduğu gibi sana paranı asla geri vermemek için her türlü çabayı sarf eden insanlar da olacaktır. Allah ehli kitap için şöyle söyler:

Kitap ehlinin içinde öylesi vardır ki ona yüklerle altın emanet etsen onu olduğu gibi öder, Öylesi de vardır ki bir altın emanet etsen ayak direyip ısrar etmedikçe sana vermez.  Bu da okuma yazma bilmeyenlerin mallarını almada bir vebal yok bize demelerindendir. Bile bile Allah’a karşı yalan söylerler ” (Al-i İmran Suresi 75. Ayet)

Onların içerisindeki bir kesim, şeytan tarafından akıllı oldukları düşündürülerek başkalarının emeğini çalmak, milletin parasını geri vermemek üzere elinden alabilmek adına sistemler inşa etmişlerdir. Zannımca foreks, kripto para ve metaverse gibi işlemler eskiden İstanbul’a yeni gelmiş olup yüksek binaları seyreden kişilere “Kaçıncı kata baktın?” diye sorup sonra aldığı cevap üzere 'O kata bakmak ücretli.” diyen sahtekarlar gibi bir şekilde kandırılması kolay olan ve kolay para kazanma telaşına düşen kimselerin ellerindeki parayı alma çabasıdır. Velhasıl insanların bir kısmı dürüsttür, bir kısmı sahtekârdır. Ne genel olarak Yahudi ve Hıristiyanlar sahtekârdır, ne de hepsi güvenilirdir. Ne yazık ki Kur’an ehli de böyledir. Yani Avrupalının sosyal ahlâkta iyi olması mayasından gelen bir özellik değildir. Onları bizim gözümüzde şerefli kılan yegâne şey semavi bir dine mensup olmalarıdır. Fakat tamamlanmış en son ve en mükemmel hali ile önümüzde duran dine sahip kimseler olarak biz sosyal muaşerette Avrupalı kadar dürüst olamamışızdır.

AHLÂK HUKUKTUR

Ahlâk kuralları aslında içinde bulunduğumuz toplumlarda yüzyıllar boyunca hep bir gelişim ve değişim göstererek oluşup şekillenen, sürekli uygulamak neticesinde de yerleşik hale gelen toplumsal hukuk kurallarıdır.  Bu toplumsal hukuk kuralları, devlet nezdinde hukuki işlevi olmadığı sürece sadece nasihatte kalır ki bunun da toplumda bir etki sahası oluşmaz. Vicdani sorumlulukların yaptırım gücü daha zayıftır. Radar cezası veya trafik ışıklarından geçmenin cezası olmasa kaç kişi ışıkta bekler?

İnsanın nefsi bir şeye zorlanmaya başlayınca zamanla bu kendisinde bir meleke haline geliyor, ders çalışmak çok keyifli bir iş olmasa da temposunu yakalayan bir öğrenci günlük 10 saat rahat çalışabiliyor. Ahlâk kurallarının toplumda yer edinebilmesi için o kuralın hukukunun olması ve zorlanması lazımdır. Trafikte geçerli bir sebebi olmadan hız yapmak bir ahlâksızlıktır ve bunun cezası da vardır. 70km/h hızla gideceğiniz yolda 90km/h hızla gitmek veya 150km/h hızla gitmek arasında bile fark vardır. Devlet nezdinde geçerli bir sebebi olmadan 150km/h hızla giden daha büyük bir ahlâksızlık örneği sergilemiş olur. Hız arttıkça ahlâkilikten uzaklaşılacağı için ceza da büyümektedir.

Ağır ahlâksızlıklara ağır ceza hâkimleri bakar. Aslında hukuk ahlâktır. Ama bizim ahlâk kurallarımızın çoğu hukuk kuralı olarak sosyal hayatta yoktur. İnsanlar vicdanları ile baş başa bırakılınca ortaya çıkan manzara “Bu nasıl Müslümanlık?!” dedirtmektedir.

Arabama bindiğimde bakkala bile gitsem emniyet kemerini takarım. Memleketimde bir zamanlar bir kaç hafta boyunca kemer ve cam filmi kontrolünde sıkı bit uygulama yapıyorlardı ve herkese ceza kesiyorlardı. O zamana kadar emniyet kemeri takmazdım en iyisi ceza yememek için bu aralar takayım derken bu işin faydası da zamanla gönlüme yerleşti. Ceza korkusu sebebiyle uygulamak zorunda kaldığım kural bende sürekli bir davranışa dönüştü.

Avrupa’da kırmızı ışıkta geçemezsiniz, hız yapamazsınız. Yoksa ehliyetiniz elinizden alınır, cezalar kesilir, psikolojik tedaviye başlanır vesaire... Hayat burnunuzdan gelir. Çöpünüzü istediğiniz gibi atamazsınız, keyfinize göre kornaya basamazsınız –ki bu çok kaba bir iş, kırmızı ışıkta duran kişi ışık yanınca hemen öndeki arabanın hareket etmesi için kornaya basıyor-  çünkü Avrupa’da kurallar mevcuttur ve bu toplumda yaşarsanız kurallara uymak zorundasınız. Şayet kurallara uymaya nefsinizi zorlarsanız zamanla bu sizde alışkanlık haline gelecektir. Eskiden kravat zorunluluğu ve baskısı olan dönemlerde akşam evinde bile kravatlı oturan bir memur kesimi olurdu. Alışmış adam, çıkarıp başım belaya gireceğine gerekirse kravatlı yatarım düşüncesiyle hareket ediyordu. Çünkü kravat takma davranışı ceza çekincesinin etkisiyle zamanla o adamın hayatının bir parçası haline geliyor.

O HALDE...

Avrupa kendince sosyal hayatta ahlâki gördüğü meseleleri hukuka dönüştürmüştür. Avrupalı insanların bazı meselelerde çok dürüst olmaları bundandır. Bu bütün Avrupalının özünde olan bir dürüstlük değil ama eğitimle ve icbarla (zorla) alışılmış meselelerdendir. Yani aslında Avrupalı devletler ahlâklı değil hukuklu birer devlettir. Hukuk olmazsa asla ahlâk olmaz. İnandığı gibi yaşamak isteyen topluluklar inandıklarını hukuk haline getirecek sistemi kurmak zorundadırlar. Bir toplumda hukuk yoksa sadece vaaz vardır, nasihat vardır. Ama bunların hiçbir bağlayıcılığı yoktur. Hukuk yoksa imamlar konuşsun dursun. Cemaatinin de kendisinin de bir kulağı deliktir. “Uyuşturucu madde haramdır.” cümlesinden daha çok, “Uyuşturucunun cezası 20 yıl hapistir.” cümlesi toplumda yer bulur. Ahlâklı bir toplum istiyor isek, hatta siyasette ve siyasetçilerin tavrında bile bir ahlâk istiyor isek her şeyi bir hukuka oturtmamız lazımdır...