İslam ahlâkında devlet kademesinden talep etmek ayıplanan işlerdendir. Beni şuraya müdür yapın” şeklinde bir talepte bulunulamaz. Hatta halk arasında görev talep edilmez, verilir” şeklinde söylenegelen bir söz de vardır. Aslen devletten görev istenmez, verilince de gönüllü olmasak da bunu bir vazife, canla başla çalışılacak bir sadakayı cariye ve İslam toplumuna hizmet olarak görmek gerekir. Bu güzel ahlakın yerleşmesinin yanında devlet kademesinde görev almak aynı zamanda ciddi bir de vebaldir. Kişiyi ateşe görebilecek en mühim meselelerdendir. Eskiden akil olan kimseler asla makam talebinde bulunmazlardı ve bundan ellerinden geldiğince de imtina ederlerdi. Ta ki devletten bir işte kendisine ihtiyaç duyulduğu bildirilene kadar...

Kamuya ait olan mallar büyük ve küçük aynı mesafededir. Ümmetin geneline ait bir mal olduğu için küçümsememek gerekir. Değersiz görülen bir iğne, bir A4 kâğıdı, bir kalem emin olun tahminimizden çok daha büyük tehlikedir. Kamu malına dikkat etmeyen kişi çok iyi bir insan olsa bile, hatta kendisini iyilik yapmak uğrunda adasa bile emin olun devlet malını ziyanın yanında iyiliklerinin pek de kıymeti kalmaz. Bunun çok ciddi bir iddia olduğunu düşünebilirsiniz. O halde buyrun beraber inceleyelim...

Hayber gazası idi. Düşmanın en keskin nişancıları, oklarını müslümanların üzerine atıyorlardı. Savaş kızıştığı sırada sahabeden birisine bir ok isabet etti. Bunu gören sahabeler Ne güzel ölüm, cennete gitti” dediler. Falanca şehit… Falanca şehit…” diye yüksek sesle birbirlerine haber veriyorlardı. Sahabeyi kiram, İslam’ı ve Resulullah’ı korurken şehit olmayı göze almışlardı. Diğer sahabelerin Filanca şehit... Filanca şehit…” seslerini duyunca Allah Resulü Hayır! Ben onu ganimetten, devlet malından aldığı bir abaya bürünmüş olduğu halde cehennemde gördüm.” buyurdu. (Müslim, İman, 47)

Olayı tahlil etmeye çalışalım; Savaş kızışmış, canımızı Allah’ın dini için ortaya koymuşuz. Kılıçlardan kıvılcımlar sıçramakta ve bu esnada bizi öldürmeye gelen bir kâfir var. Ya o benim canıma kastedecek, ya da ben onun canına kastedeceğim. O esnada sahabe karşıdaki kâfiri öldürür ve kâfirin üzerindeki hırkaya gözü takılır. Bir an o kalabalık içinde hırkanın kendisine ait olmasının iyi olabileceğini düşünmüştür. Hatta belki kafasında bunu çalıyor olduğu ile alakalı bir düşünce de yoktur. Ümmete ait ganimetin ufak bir parçasını kendisi için meşru görmüştür. Şeytan, sonuçta onun bunu hak ettiğini, bedenini ortaya koyduğunu düşündürmüş bile olabilir. Neticede sahabe hırkayı almış, sonra tekrar savaş kızışınca bir ok ile şehit olmuştur.

Bakınız hiçbir sebep kamu malından en ufak bir şeyi şahsi mal yaptıramaz. Kamu malından önemsenmeyecek bir şey olduğunu düşündüğü bir mal alan kişi de ıslah olmaz. Hadisteki örneğe göre şehit olsa da ıslah olmaz. Babaların, devlet dairesine giren evlatlarına Aman evladım, devlette vazife aldın. Çalıştığın işyeri bir kamu malıdır, benim malım değildir. Her kuruşu vebaldir, sakın cehenneme odun taşıma! Sakın bir iğneyi küçümseme!” diye nasihat etmesi lazımdır.

Kamu malı olan kalemler dahi şahsi işlerde kullanılamaz. Kendi fotokopilerimiz için bedel ödemek gerekir, şahsi işlerimizde kullanılacak evraklar için bedel ödemeksizin kamu malı olan fotokopi makinesi kullanılamaz. Hiçbir şeyi küçümsememek gerekir. Etrafımızda kamu malına karşı dürüst ve hassas yaklaşan insanların davranışlarını anlatmamız, çocuklarımız için örnek göstermemiz gerekir. Kamunun mumu yandığı için seninle konuşmadım, şahsi işime alet etmeyeyim diye düşündüm” diyen insanlar vardır. Peki, makamından dolayı kamu malını çarçur edenlerin hali ne olacaktır? Makam sahibinin kendisine ait olmayan bir parada tasarrufu var!

Zengin olsa ki bu anlamda tanıdığımız çok zengin insanlar var, çok lüks arabalar kullanmayan ama makam sahibi olduğunda israf diz boyu olan kimselere de şahit olmuşluğumuz var. Kendi imkânları ile almak istemedikleri araçları hazineden almaktadırlar. Sayın makam sahibi kardeşim idare ettiğiniz bu para sizin şahsi malınız olsa altınıza bu aracı alır mıydınız? Kamuya alınan ürünü de kendi imkânlarınızla alıyormuş gibi hassas davranmalısınız.

MAKAMA GETİRİLEN EN UFAK HEDİYE SORUNDUR

            Süleymoğulları kabilesine zekât tahsildarı, mali işlere bakan kişi olarak gönderilen İbn Lutbiyye, vazifesini bitirip Medineye döndüğünde hesabını Resulullaha verirken şöyle der: Ey Allah’ın Resulü! Şu sizin zekât mallarınız, bunlar da bana verilen hediyelerdir.” Hz. Peygamber (sav) hayretle sorar: Tuhaf şey! Sen doğru adamsan söyle bakalım, ananın babanın evinde otursaydın bu mallar sana hediye edilir miydi? Bunu bir dene bakalım!” İşte rüşvetin net tanımı; o makamda olmasak bu hediye bize gelir miydi? Bu durum amirlerin hediye almalarını kesinlikle yasaklar. Kayseriden geliyordum, geçerken aklıma siz geldiniz pastırma aldım.” “Denizliden gelirken zeytinyağı aldım” gibi meşrulaştırılan hediyeler bile alınamaz. Meşru bir dost bile getirse bile bunu almak yanlış zanlara sebep olacağından almamak gerektiğini düşünmek lazım. Bu hediyeler ananızın ak sütü gibi bir şey değil, düpedüz haram işlerdendir. İnançlı makam sahipleri hediye kabul etmezler. Büyük hediyeleri geçin bir kalem bile kabul etmezler. İslam hukukuna göre hangi ad altında olursa olsun bir şahsın kamu görevi sebebiyle bir başka şahıstan hediye alması doğru değildir. Her bir kamu görevlisinin, görevinden dolayı kendisine bir hediye verilmesi durumunda bu hediyeyi iade etmesi gerekir. İade edemiyor ise hazineye bağışlamakla mükelleftir.

“Bal tutan parmağını yalar.” Bir işe giren, o işten mutlaka nasibini alır demek, girdiği işten gayrimeşru bir şekilde nasip beklemek anlamına gelemez. Atalarımız bu sözü bu anlamda söylememişlerdir. Bu söz, devlet idaresinde bir konumda isen oradan faydalanman mubahtır gibi ahlaksız bir anlayışı doğurmamalıdır.

 EY KIZIM YOKSULLARIN VE YETİMLERİN DURUMU SENDEN DAHA KÖTÜ

El değirmeni ile buğday öğütmekten, kuyudan su çekerek taşımaktan elleri nasırlaşan ve halsiz düşen sevgili kızı Hz. Fatıma devlet hazinesinden istekte bulununca Hz. Muhammed  Kızım! Yoksulların ve yetimlerin durumu daha kötü, onların senden daha fazla hakkı var.” diyerek bu talebi uygun bulmadı. İslâm hukukunda devlet idarecilerinin kamu malından kendi aileleri lehine tasarrufta bulunması meşru olmadığı gibi, şayet aileniz ve sülaleniz ihtiyaç sahibi ise torpil yapmadan kamu hakkını muhafaza etmesi gerekir. Kamu arabası ile görev yazdırılıp başka şehirlere gezmeye gidilmez. Çoluk çocuk okuldan aldırılmaz, eve bir şey gönderilmez. Keyfi bir işimize gidemeyiz. Peygamberin evladı bile olsak bize böyle bir hak yok!

Zeyd b. Halid el-Cühenî’den rivayet edildiğine göre Hayber Savaşında bir zat vefat etmiş, ölüm haberi Hz. Peygambere iletilince şöyle buyurmuştur: Arkadaşınızın cenaze namazını siz kılın”. Resulullah, bu sözünü duyan ashabın renkten renge girdiğini görünce de şu açıklamada bulunmuştur: O arkadaşınız, Allah yolunda hainlik yapmıştı (yani ganimet mallarından bir miktar aşırmıştı).” Bunun üzerine ashab, ölen adamın eşyasını karıştırıp bakmışlar, Yahudilerden ganimet olarak ele geçen ve ancak iki dirhem ederindeki bir deri pabucu bulmuşlardır. (Muvatta, Cihâd 23.)

         Resulullah'ın iki dirhem için (5-6 gram gümüş) ben cenazesini kılmam buyurması çok manidardır. Bu miktarın az veya çok olması önemli değil, kişinin zihniyeti önemlidir. Allah bizlerin şahsiyetini artırsın, anlayışımızı artırsın. Bizimle aynı meşrepte olan insanlar için Hırsızsa bizim hırsızımız, sanki o olmasa başkası çalmayacak mı?” mantığı asla kabul edilemez. Böyle düşünebilen insan ile çalan insan arasında fark kalmamıştır. İnsan şahsiyeti için yaşar. Biz şahsiyetli durabilirsek memleket ıslah olur. Bu cümlelerdeki kastımız bir kesime bir mesaj vermek değil hakkı ortaya söylemek için doğru bir duruş sergileyebilmek için kendimize hayrı hatırlatmaktır.

Daha çok dikkat edelim, meseleyi küçümsemeyelim. Biz birbirimize ve kendi nefsimize hayrı hatırlatmak ile mükellefiz. Elimizden geldiğince de kamu malından uzak duralım…