Birbiriyle mücadele içinde olan eski ile yeni tarihi ve geleceği hatırlatmakla birlikte insanların hayatlarını da bizlere sunar.

Eski, bizlere bazı güzellikleri yaşatırken hüzünlenmemizi de sağlar, yenide de eskilerin kaybolmuşluğuna yanıp, yakılıp aynı duyguları hissederiz. Ancak her yeni kendini eskinin üzerine bina eder; eski direnir ve kendi kökleri üzerinde kalmaya, yeni ise geleneksel yapıyı ya bozmaya yerle bir etmeye ya da modernize etmeye çalışmaktadır.

Eski evler, eski sokaklar: insanla başlayan cemiyet hayatıyla devam eden mensubiyet duygusu içinde kültür ile bütünleşen rüyadan başka bir şey değildir. Artık betonlaşan binalarla insanlarda artık estetik ve bediilikten bir eser kalmamıştır. Sevgilerimizi kırık, dökük ve yapmacık, samimiyetten mahrum ve biçaredir. Sevinç Çokum’un da dediği gibi: “Sevgimiz gelişip boy atamadı. Kapılarımızın ötesinde ki aç mı, tok mu sormadık. Oysa biz binanın tuğlaları değilmiydik?”. Birbirleriyle kenetlenen insanlar şimdi farklı anlayışlar içinde ve apayrı dünyanın insanlarıdır. Sürekli yabancılaşan, kendisinden uzaklaşan, taşlaşan insanların sevgisizliği eski bir sokakta ve fakat eski evler arasında yükselen yeni betonarme binaların ayrık otlarından bir farkı yok gibidir.

Özlemler eskilere daha da bir arzu ile çoğalacak, kaybolan sevgileri arayıp duracağız. Kulaklarımıza eski evlerin, eski sokakların neşe dolu sesleriyle dolup taşsa da ancak ve ancak bu sesler hoş seda olarak kalacaktır.

Kırık dökük duygular bu sokaklarda can çekişir olmuştur. Kendi benliğini dahi arayamayan insanlar gibi kendi köküyle ayakta durmaya çalışan bu sokaklardan an gelir sesler duyulur. Sonra bir de bakmışsınızdır ki tekrar sesler duyulur. Bu sesler bir çığlık gibidir.

Kendini kaybeder yitik şehrin sesi… Boğulurcasına kaybolan, yardım eli bekleyen, şefkate muhtaç soluklar, yüzler barındırır bu sokaklar. Oysa yok oluş ne kadar vahimdir!  İnsanlık neredeyse kendini bulamamanın sancısını hiç fark etmeden yaşamaktadır.

Eski evler ve eski sokaklarda bir sahipleniş bir hayat vardır. Kimilerine göre mahalle baskısı olarak tabir edilen bu sokaklarda, bu mahallelerde; güçsüze yardım elini uzatmak, yaşlıya yardım etmek büyükleri saymak, küçükleri sevmek vardır. İnsanların ahlaki değerlerini tersyüz etmek isteyenlere onurlu  duruş, huzur ve sükun bozmak isteyenlere tavırlar vardır.Kardeşlik ve  dostlukların yaşandığı bir cemiyet hayatı vardır. Geçmişten gelen bir medeniyetin izleri buralarda kendini bulur. Her tarih kendi medeniyetini yaşatır. Bu sokaklara, bu evlere acı tatlı hatırlar adına sahip çıkabilmek…! Kırık dökük ayakta durmaya çalışan pervazları çatlamış, camları kırılmış, köhne, virane harap evlerde şimdi sessiz sedasız gözyaşları akmaktadır.

Eski evler eski sokaklar günümüzde ayakta kalma mücadelesi veriyor. Özellikle de Tarihin canlandığı metropollerin arka sokaklarında yıkık dökük eski evleri görebilirsiniz. Yüzleriniz o mekanlara ne kadar acıyla bakarsa baksın bu hisler bir şeyler ifade etmeyecektir. Kendine yabancılaşan insanlar kendi ananelerinden, kendi ahlakından, kendi inancından bir şeyler kaybediyor

Her şeyin maddeye bağlanır hale geldiği bir dünyada maddi ve manevi zenginlikleri bütünleştirilemediği sürece kendi geleneğinin darmadağın olması da kaçınılmazdır. Kendi mazisine sahip çıkamayanlar yaşadığı olumsuzlar karşısında bigane olabilirler. Şair Mehmet Akif, o malum mısrasını bizlere tekrar hatırlatıyor ne çare ki: “medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar!”

Bu duygularımız eskiyi kökten reddedenlere bir haşiye niteliğinde ola!