Okumanın insana verdiği haz bir ayrı oluyor. Okumak insanı özgüvenli ve güçlü kılıyor. İnsanın duymadığını, bilmediğini öğrenmesi ayrı bir zenginlik. Konferans için Antalya’ya giderken uçakta okuduğum kitap hakkında sizleri bilgilendirmek istiyorum.

Kitap ve münderecatı hakkında bilgi vermeden birkaç hususa dikkat çekmek istiyorum. Tarih boyunca en adil, en hakkaniyete uygun dönem ilahi mesajın hâkim olduğu dönemdir. İnsanlar ne zaman ki, vahiy düsturundan ayrıldı sorunlarda o zaman baş gösterdi.

Özellikle İslam medeniyetinin insanlığa getirdiği sulh, selamet ve adalet Müslim-Gayr-ı Müslim herkesin hakkını teslim ettiği gerçektir. Fakat İbni Haldun’un tarih felsefesinde yaptığı yorumda olduğu gibi, devletlerin de insanlar gibi; doğduğuna, geliştiğine ve öldüğüne dikkat çekmiştir.

On üçüncü asra kadar İslam medeniyeti tartışmasız dünyanın egemen unsuruydu. On üçüncü asırdan sonra önce duraklamaya, ardından yer değiştirmeye başladı. “İslam medeniyeti”nde vermek ve paylaşmak esasken; yer değiştirdiği “batı medeniyeti”nde almak ve yok etmek esastır.

Özellikle on sekizinci asırdan bu tarafa dünyanın tek hâkim medeniyeti olan Batı Medeniyeti, hâkim olduğu andan itibaren dünyada adaletsizlik, haksızlık, soykırım, zulüm ve işkence bir gün de bir gün durmadı/durmuyor da…

Batının zulüm ve haksızlıklarını bir tarafa bırakırsak mazlumlardan sömürdüğü paralarla inşa ve imar ettikleri şehirler ve yaşantılarıyla maalesef İslam dünyasının/Müslümanların dikkatini çeker oldular. Müslümanların tamamı değilse de bir kısmı batıya olan hayranlığını açık ettiler/açığa vurdular. Ta ki, yakın tarihe kadar durum budur. Yeni yeni bu hal değişmeye başladı. Artık aslına rücu hareketi başladı… Bütünlüğü içinde bahsettiğim/bahsedeceğim kitap bundan bahsetmektedir.        

Kitabın isminden de anlaşılacağı gibi yazar günümüz insanın ikilemine, Batılılaşma sürecinde kazandıklarımız ve kaybettiklerimize dikkat çekmekte.

Her şeyden evvel kitabı okurken kendimi İbrahim Kalın’ın; “Akıl ve erdem”, “Ben Öteki ve Ötesi” ve “Barbar Modern Medeni” kitabını okur gibi hissettim. İçerik ayrı ise de üslup hemen hemen aynı gibi. Öğrendim ki, Cumhurbaşkanı sözcüsü İbrahim Kalın S. Hüseyin Sadr’ın talebesiymiş. Talebesiymiş diyorum zira bilmiyordum. Değerli dostum Mustafa Tutkun’dan öğrendim. Bir insanın hocasından nasıl etkilendiğini bu kitapta görebilirsiniz.

Yazar kitapta; neleri kaybettiğimizi, kaybettiklerimizin yerine neleri ikame ettiğimizden bolca bahsetmekte.

Yazarın kitaptaki en önemli muştusu ise artık uyuyan/uyutulan Müslümanların uyanmaya başlamış olmasıdır… (s.141)   

Kitap, İslam dünyasının kendini yetiştirmiş entelektüellerinden biri SEYYİD HÜSEYİN NASR tarafından yazılmış. İki kapak arasındaki kitap, iki yüz yetmiş bir sayfadan oluşmaktadır. Kitap İnsan Yayınları tarafından neşredilmiş olup, Sara Büyükduru tarafından tercüme edilmiştir.

Beş bölümden oluşan kitap, İslam dünyasının birçok kişisine ve konusuna dikkat çekmekte. Sünni-Şia, Arap-Acem, ilişkilerine değinen, İslam-Batı arasındaki mücadeleye, İslam’ın koruyup kollamasına rağmen Hıristiyan dünyasının belirli aralıklarla soykırım yapmasına dikkat çekmekte.

Hitlerin zulmüne maruz kalmalarına rağmen, Endülüsten sürüldükten sonra II. Bayezid tarafından kabul edilen Yahudiler, Müslümanların Medar-ı iftiharı Kudüs ve oranın sakinlerine her türlü zulmü reva görmeleri, tüm Müslümanların kendini çek etmelerini sağlamıştır.

“…İslami anlayışa gköre, mutlak özgürlük yalınızca Allah’a aittir. İnsan ilahi niteliklere bürünebildiği ölçüde özgürlüğe ulaşabilir…” s.42

Kitapta; Batının Müslümanlara sunduğu “pembe tablo” artık tatmin etmemekte, bu yüzden uzaklaştıkları/uzaklaştırıldıkları İslami değerlere geri dönme çabası başlamış vaziyette olduğuna dikkat çekilmekte. S.141

Öteden beri Batı karşısında aşağılık psikolojisinde çok sayıda Müslümanın olduğunu, şimdilerde ise Batıyı tanıyan yeni bir sınıf doğduğuna dikkat çekmekte. İşin güzel olanı ise oluşan bu sınıfın bir kesim tarafından değil, hemen hemen toplumun tüm katmanları tarafından oluşmasıdır.

Yazar İranlı ve Şia olduğundan olacak ki, İran’a geniş bir bölüm açarak geçmişten günümüze dini ve sosyal hayatı hakkında bir hayli bilgi vermiş. Yalınız verilen bilgiler teyite muhtaç olduğu kadar sahihliği de tartışılır… S.143-171

Fikir özgürlüğüne saygılı, ırkı kaygıyı hiç önemsemeyen bir anlayışa sahibim. Fakat İslam’ın inkişafında geçmişten günümüze çok hem de pek çok katkısı olan, sağladığı katkıyı saymakla bitmeyen Türkiye ve Türk bilim insanlarına hiç yer verilmemesi kitabın en büyük eksikliği. Ne hikmettir bilinmez entelektüel derinliği olan Nasr bile diğer Arap düşünürlerinin düştüğü aynı hataya düşmüştür. Oysa Türk düşünürler ve ilim adamları herkesin hakkını ve hukukunu yerine getirmektedir.

İslam dünyasının tanınan en iyi düşünürlerinden Muhammed İkbal’i evrimci nitelemesi, Mevlana’yı sevip Hafız’ı hiç dikkate almamasını dile getirmesi bende ister istemez Şia/İran taassubunun olduğu kanaatini uyandırdı. Ayrıca Nasr gibi bir düşünürün “Mehdici” anlayışı benimsemesi de bu kanaatimi doğrulamaktadır. S.199-200

Bu durumu bir arıza olarak görsem de gene de kitabı okumaya değer buluyorum.

Özellikle kaybettiğimiz veya rafa kaldırdığımız sanatla ilgili söyledikleri dikkat çekmektedir. Bu konuda yazar:

KURAN: “… Bugün Kuran’ı Kerimin okunuşu bile sanki trafiğin gürültüsünü bastırmak istiyormuşçasına, insanlar tarafından gelişi güzel bir biçimde hoparlörler vasıtasıyla gerçekleştirilerek, pek çok kent merkezinde adeta tanınmayacak hale sokulmaktadır.”

ŞİİR: “… Klasik şiirde, kendi geleneksel köklerinden kopmuş ve her ne pahasına olursa olsun modern Avrupa ve Amerikan şirinin yalınız içeriğini değil, biçimini de taklit etmeye yönelmiş bir genç şairler ordusuyla yarışmak durumundadır.”

MİMARİ: “Çağdaş Müslümanın açmazı sadece zihin (düşünme) ve Eğitim olarak belirtilse de sadece bununla mukayyet değildir. İslam’ın sanat dünyası, bugün her yönden tehdit altındadır.

Geleneksel İslam mimarisi, yüzyıllar süren uzun tarihi boyunca hep zirvede kalmış ve erişilmez büyüklüğüne nispetle, Goethe’nin; “sessiz gelişen müzik” nitelemesine hak kazanmıştır. Artık bugün çoğu İslam şehrinde mimari; sessiz gelişen bir müzik değil, salt bir gürültü taşlaşmış bir akortsuz sesler yığınıdır.

(…) Şimdilerde ilham kaynağım çevreye kefen gibi sarılmış bir çirkinlik örtüsünün oluşturduğu, en rezil ve en saydam nitelikte bir “sa’at” tarafından tehdit edilmektedir.” S.40-41

Kendi değerlerimizi tanımamız açısından okunası bir kitap. Okuduğunuzda niye okudum ki diye pişman olmayacağınız bir kitap.

Ahmet BELADA