Yıllardır Türk Cumhuriyetleri ile ilgili gazete, dergi, kitap gibi farklı türlerden yayınları takip ediyorum. Görsel medyada da Türkistan’ı konu alan belgeselleri ve haber programlarını izliyordum. 2016 yılında Bişkek, Isık-Göl ve Almatı, 2018 yılında ise Taşkent, Semerkant ve Buhara şehirlerini kurumum RTÜK’ün resmi faaliyetleri çerçevesinde görmüştüm. Bu geniş coğrafyayı doya doya gezmek, bu coğrafyadaki insanlarla tanışıp onların kültürlerini tanımak istediğim için Türkistan’ın kültürel ve tarihsel olarak önemli olan merkezlerini ziyaret etmeye karar vererek; 2019 yılı yaz tatilimi Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan’da geçireceğim dolu dolu bir plan yaptım.


Bu plan ilk bakışta biraz riskli gibiydi. Uluğ Türkistan’ın kuzeyinden güneyine, batısından doğusuna iki haftalık bir zaman diliminde gitmenin ulaşım ve iletişim açısından sıkıntılı olacağından endişeliydim. Böyle de olsa yüreğimin derinliklerinden gelen bir kuvvet bu gezi planını uygulamamda, yıllardır hayalini kurduğum ve benim için veya bizler için önemli olan yerlere gitmemde etkili oldu. Habitusumdan kaynaklanan bu içsel dürtü ile Kırgızistan, Kazakistan ve Özbekistan’ı içine alan bir gezi programı hazırladım. Zira benim için bu gönül coğrafyasının maddi ve manevi zenginliklerini görmek, yaşamak önemliydi.


Kazakistan Almatı’dan başlayıp oradan Hoca Ahmet Yesevi’yi ziyaret etmek için Türkistan şehrine, Pir’i Türkistan’ın hocası Arslan Baba’nın huzurunda olmak için Otrar şehrine gittim. Daha sonra da sınırı geçerek Taşkent’e, Hiva’ya, Buhara’ya ardından yine Taşkent’e yönelerek Fergana Vadisindeki Hokand’a, oradan da Kırgızistan sınırını geçerek Oş, Özgen, Celalabad ve Bişkek üzerinden bu geziyi tamamlayıp ülkeme döndüm. Bu uzun bir yolculuktu. Yanıma yazar Osman Oktay’ın “Modern Seyahatname” kitabını aldım ve 17 Ağustos Cumartesi Günü Ankara’dan masallar ve efsaneler diyarı Uluğ Türkistan’ın yolunu tuttum.
Kazakistan
İstanbul’dan uçak ile yaklaşık 6 saatlik yolculuğun ardından Kazakistan'ın bir önceki başkenti Almatı’ya ulaştım ve iki hafta sürecek olan unutulmaz anıları içine alacak gezim başlamış oldu.
Almatı
Almatı’da ilk durağım şehri kuş bakışı görebileceğim Kök Tepe oldu. Ağaçların arasından geçen yollardan Kök Tepe’ye vardığımda, bol oksijen ve temiz hava sayesinde kendimi çok daha zinde hissettim.

Ahmet Akalın/ Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Doktora öğrencisi.

İkinci durağımız Almatı'daki Türkiye’den gidenler için Tanrı Dağları, yerel halk tarafından isimlendirilen Alatau Dağlarının (Ala Dağlar) zirveleri idi.

Şehir merkezinden yaklaşık 25 km uzaklıkta olan Çimbulak, Kazakistan'ın en tanınmış kayak merkezlerinden biridir. Almatı'nın güneyindeki bu merkez, 3200 metre ve daha fazla yüksekliklere ulaşan bu dağlardaki tesisler kışın önemli bir kayak merkezi, yaz sezonundaysa doğa yürüyüşçüleri ve dağ bisikletçileri için adeta bir cennettir. Bu kayak merkezine, nehrin ve ormanın üzerinden geçen kilometrelerce uzunluğundaki teleferik ile ulaştım.

Alatau’nun zirvelerinden sonra Almatı’nın merkezinde bulunan Farabi Üniversitesi’ne gittim. Üniversitenin gül bahçeleri ile süslenmiş görkemli kampüsünün ortasında El Farabi’nin heykeli vardı. Merkezinde büyük bir kütüphanenin yer aldığı Üniversite, Türk Dünyası başta olmak üzere dünyanın farklı yerlerinden öğrencilerin ilgisini çekiyor. Son durağımız Almatı Hayvanat Bahçesi idi. 1937’de Sovyetler Birliği döneminde açılan hayvanat bahçesinde yüzlerce farklı hayvan türünü görebilirsiniz.

Almatı şehir merkezinde hizmet veren metro istasyonları sanatsal mimariye sahiptir. Bu istasyonlardan birisi de ünlü şair Abay Kunanbayoğlu adınadır. Duvarlar Abay’ın resmi ve şiirleri ile süslenmiştir.
Tüm bu güzel mekânları gezerken karnınız acıkıyor. Türkistan’ın genelinde milli yemekler çok lezzetlidir. İnsanı tok ve zinde tutan nefis yemeklerden afiyetle yiyebilirsiniz. Kazakistan ve Kırgızistan’da başta gelen milli yemeklerden birisi beşparmaktır. Beşparmağın en önemli özelliği doğal ürünlerden yapılmasıdır. Beşparmağı diğer yemeklerden ayıran bir özelliği de çatal ve kaşık kullanmadan beş parmak ile yenmesidir. Beşparmağın temeli et ve hamurdur. Yemekten sonra içilecek kımız ise kendini yüzyıllar öncesinin kervansaraylarındaki ziyafet sofralarında gibi hissettirir.
Akşam saatlerinde tren istasyonunda olmamız gerektiği için Almatı’nın birçok yerine gidemedim. Özellikle çok büyük bir hevesle görmek istediğim Büyük Almatı Gölü bir başka sefere kaldı.
Otrar
Cengiz Aytmatov’un romanlarında okumuş olduğum Kazakistan’ın her bir yanını örümcek ağı gibi örmüş demir yollarında trenler ile seyahat etmek zevkli ve konforludur. Almatı’dan yataklı trenle 14 saat süren güzel ve uzun bir yolculuktan sonra Türkistan Şehrine ulaştım. Tren garından taksi ile Otrar’a gittim. Otrar yakınlarında Hoca Ahmet Yesevi’nin hocası Arslan Baba’yı ziyaret ettim. Arslan Baba’dan Divan’ı Hikmet sık sık bahsedilmektedir. Otrar şehrinde sadece Arslan Baba yok Farabi’nin köyü de aynı yerde ve Emir Timur’da burada vefat etmiş. Arslan Baba’dan sonra öğrencisi Hoca Ahmet Yesevi’yi ziyaret etmek için Türkistan’ın yolunu tuttum.

Arslan Baba’yı ziyaret yolu çöllerden geçmektedir Bu çöllerde sık sık deve ve at sürülerine rastlanıyor. Bu çöller bizim filmlerde gördüğümüz Arabistan ve Afrika çöllerine benzemiyor. Çöl diye tabir edilen yerlerde yeşil alanlar var, buralarda Kazaklar hayvancılık yapıyorlar. Arslan Baba ziyaretgâhında “şubat” ismi verilen deve sütünden içtik. Tadı çok güzeldi. Ziyaret için gelenlerin bazıları burada bir gece kalıp adak kurbanı kesip dua da edebiliyorlar.

Türkistan (Yesi)
Türkistan şehri tarihte Yesi adı ile anılan günümüz Kazakistan’ının Türkistan eyaletinin merkezi olan yerdir. 2018 yılında eyalet merkezi olmasından sonra hızlı bir gelişme içerisine girmiştir. Şehrin her yerinde imar faaliyetlerini görmek mümkündür. Bu faaliyetlerin en önemlilerinden biri de uluslararası havaalanı inşaatı olduğu söylenmektedir. Türkistan havaalanın bitmesi ile bölgeye gelen turistlerin sayısının katlanarak artacağını düşünüyorum.

Ayrıca Türkistan Hoca Ahmet Yesevi’nin yaşadığı yerdir. Piri Türkistan 12. Yüzyılda yaşamış mutasavvıf ve şairdir. Vefatından iki yüz yıl sonra türbesini Emir Timur inşa ettirmiştir. Maalesef Emir Timur türbenin son halini görmeden 1405’te vefat etmiştir. Bu yüzden türbe de tamamlanmamıştır. İleride torunlarının Hindistan’da yaptıracakları Taç Mahal’in ön denemesi belki de Yesi’deki bu muhteşem yapıdır. Burada Kazak Hanlarının da birçoğunun kabri bulunmaktadır. Bu bakımdan Türkistan özelde Kazak genelde ise Türk milli kimliğinin oluşmasında en önemli merkezlerden birisidir.
***
Sabahları kulağıma nida geldi:
“Zikr et!” dedi, zikrini deyip yürüdüm işte,
Aşksızları gördüm ise, yolda kaldı;
O sebebten aşk dükkânını kurdum işte.[1]
Türbe çevresinde çok geniş bir alan ayrılmış olsa da tadilat ve bakım çalışmaları devam ettiği için burayı gezme imkânım olmadı. Fakat önümüzdeki dönemde bu çalışmalar bittikten sonra yemyeşil bir alan içinde Piri Türkistan’ı ziyaret etmenin mümkün olacağını düşünüyorum. Bu türbe 2000 yılında TİKA tarafından onarılmış. 20 Ağustos akşamı zamanın içinde hayallere daldım ve yüzyıllar ötesinden günümüze kadar bu mekânda yaşanan olayları hızlı bir film şeridi gibi gözümün önünden geçirdim. Kazakistan’daki son akşamımı Yesevi Ziyaretgâhı’nın karşısındaki alanda insanların sohbet edip gülüp eğlendiği, çocukların cıvıl cıvıl koşuşturduğu huzur dolu bir ortamda geçirdim.
Orta Asya’da taksi dolmuş uygulaması çok yaygın. Sabah erkenden Taşkent’e gitmek için Türkistan şehrinden taksi ile Özbekistan sınırına hareket ettim. Yarım saatlik bir yolculuğun ardından sınırdan kolaylıkla geçmek mümkün. Her iki ülkenin de sınır görevlileri gayet profesyoneldi.
Özbekistan
Kazakistan ve Kırgızistan’da kiril alfabesi var ve Türkler levhaları anlamada sorun yaşıyor. Ancak Özbekistan Latin alfabesi kullandığı için yer yön levhaları anlaşılır bir ülke. Sınırdan Özbekistan’a geçince bir saatten az bir süre yolculuk yaptıktan sonra Türkistan’ın kültür merkezi Taşkent’e geldim.
Taşkent
İlk olarak 2018 yılında ziyarete açılan Hoca Ahmet Yesevi torunlarından Suzuk Ata ardından da Zengi Ata’nın türbelerinin bulunduğu güllerle süslü geniş alanları ziyaret ettik. Her iki yapı da oldukça yeşil ve bakımlıydı.

Özbekistan’da manevi büyüklere çok saygı duyuluyor. Tarihte ilk defa Emir Timur tarafından inşa edilmiş yapılar, bağımsızlıktan sonra geleneksel mimariye uygun olarak restore edilmiş. Gerçekten bu konuda Özbekistan’ı takdir ediyorum, beklentilerimin çok üstündeydi.

Taşkent bölgenin en kalabalık ve en gelişmiş şehri. Şehir geniş meydanları, metroları, yeşil alanları, tiyatro, sinema ve müzeleri ile cazibe merkezi haline gelmiş.

Taşkent temiz otelleri, lezzetli yemekleri, misafirperver insanları ile de yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekiyor. Genelde Türkistan’da özelde ise yerel halkın misafirperverliği hemen dikkat çekiyor. Özellikle Türkiye’den gelen turistlere daha bir ilgililer, kısa bir bocalamadan sonra büyük oranda iletişim kurulabiliyor. Bu da Özbekçe’nin Türkçe’ye ne kadar yakın olduğunun açık göstergesidir. Ayrıca Özbekistan Türk coğrafyasının merkezinde olduğu için tüm Türk lehçelerine de yakın bir dil. Bunu Özbekistan’lı dil bilimci ve gazeteci Sultan Murad Olimov’dan öğreniyoruz.

Taşkent’in kültür merkezi olması şehrin sakinlerinin de günlük yaşamlarına yansımış. Gazeteci Olimov, Kaşgar’dan Herat’a hatta Tebriz’e kadar farklı coğrafyalara ait ezgilerle bizlere rubab dinletisi sundu.

Hive

Aynı günün akşamı çocukluğumun kahramanı Celaleddin Harzemşah’ın memleketi Harezm’in (Hive) yolunu tuttum. Özbekistan Demir Yollarından yataklı trenle 14 saat süren yolculuğun ardından yeşil alanları, çölleri, Ceyhun (Amu-Derya) nehrini geçerek Ürgenç şehrine vardık. Türkistan’da 2540 km uzunluk ile en uzun nehir olan Ceyhun (Amu Derya) Nehri, güneyde Tacikistan ve Afganistan sınırından doğup Türkmenistan ve Özbekistan’dan geçip Aral Gölü’ne ulaşıyor.

Amu Derya’nın bereketli topraklarını suladığı yemyeşil Ürgenç’ten taksi ile masalların şehri Hive’ye geçtim.

Hive’de konuşulan Harezm Türkçesi, Türkiye Türkçesine çok yakın. Çünkü burada Oğuz Türkleri yaşamaktadır. Burada da yerel halkın Türkiye’ye ilgilisi bir başka, özellikle Türk dizilerini soran epey kişiye rastlayabilirsiniz. Bu yakınlık Hive’nin tarihi surları, mescitleri, camileri, medreseleri, müzeleri, hanları ile birleşince insanda duygu yoğunluğu oluşturuyor.
Hive’de 1900’lerin başında Türkistan halklarının birliğini savunan ve Ruslarla işbirliği yapmayı reddeden İslam Hoca bir suikastla şehit edilmiştir. Daha sonra onun için bir minare ve türbe yaptırılmıştır.

Hive’de tarihi surların içindeki yapıların büyüsüne kapılmamak elde değil. Bu insicam içinde etraftaki turistlerden gizlenen iki damla gözyaşı eşliğinde yutkunarak “Bir zamanlar biz de milletmişiz, Gelmişiz cihana millet nedir öğretmişiz” dedirtiveriyor insana.

Buhara

Hive’den sonra kendimizi Çukurova’da hissettiren bereketli pamuk tarlalarının arasından geçerek Ürgenç’e taksiyle gelip, oradan Buhara’ya trenle geçtim. Tarihte entelektüel alanda verilen gayretlerin neticesinin her yerinde göze çarptığı Buhara’da geleneksel gezi ilk önce Yedi Pir’i ziyaret etmekmiş. Biz de şoförümüz Alisher Bey sayesinde en kestirme yolları kullanarak Abduhalik Gücdüvani (k.s) türbesinden başlayarak Buhara’nın çevresinde metfun bulunan Buhara’nın gülleri olan ve şehrin Buhara’ı Şerif olarak anılmasına vesile olan Yedi Pir’in huzurunda bulunduk.

Buhara’nın gülleri Yedi Pir’in ziyaretgâhı Türkiye’deki ziyaretgahlardan çok farklı peyzaja sahiptir. Hemen hemen hepsinde bağlar bahçeler var. Görevliler ziyaretçileri bu bağ ve bahçelerde yetişen üzüm, şeftali, erik gibi meyveleri ikram ediyorlar.

Ertesi gün Samaniler döneminde Çar Bekir adı verilen ve Yemen’den bölgeye İslam’ı yaymak için gelen Bekir isminde dört (Chor Bakr) seyidin yaşadığı yerlerde bulundum. Burada Buhara güvercinlerine yem verdim, üzerimize üşüşen güvercinler ile hoş fotoğraflarım oldu.

Buradaki bütün kutsal yerlerde yenileme vardı. Buhara ve çevresinde müthiş bir dinamizm görünmekteydi. Özbekistan hükumeti buralara çok fazla önem veriyor. 1991’den beri gerek kurucu Cumhurbaşkanı, gerekse şimdiki Cumhurbaşkanı buralara çok önem vermişler bu konudan bahsetmeden geçmek olmazdı. Özbeklerin ülkedeki tüm tarihi ve kültürel yerlerinin tamir, onarım ve peyzaj çalışmalarında ne kadar titiz olduklarını ilk görüşte fark edebilirsiniz. Aslına uygun olarak yapılan bu özenli bakımdan ötürü Özbeklere hayran kaldım. Ertesi gün son Buhara Emiri’nin yaptırdığı yazlığa gittim. Tarihi yerleri yerinde ziyaret etmek benim tarihi bilgimi arttırdı.

Batılıların Avicenna olarak bildiği Ebu’l- Ali el -Hüseyin bin Abdullah İbn-i Sina, 980 yılında Buhara kenti yakınlarındaki Afşana köyünde dünyaya gelmiştir. Günümüzde ise İbni Sina’nın doğduğu köyde büyük bir tıp müzesi ve tıp koleji bulunmaktadır.

En son Cedidcilerin önemli isimlerinden biri olan Feyzullah Hocaev’in evini ziyaret ettim. Amu-Derya’dan çıkartılan nefis balık yemeğini, çocukluğumdaki domateslerin kokusunu taşıyan salata ile birlikte afiyetle yedikten sonra gece treni ile Taşkent’in yolunu tuttum.
Hokand
Başkent Taşkent’ten ülkenin doğusuna yönelerek Fergana Vadisinde bulunan tarihi Hokand şehrine geçtim. “Hokand” kelimesi Özbekçe’de Kokan şeklinde telaffuz edilmektedir. Hokand şehrinde 1800’lerde yapılmış Hudayar Han Sarayı ve Hokand Hanlarının inşa ettirdiği tarihi medreseleri ziyaret ettim. Rusyaların Hokand’ı işgal etmesinden önce onlarcası bulunan bu yapıların büyük çoğunluğu işgalciler tarafından yok edilmiştir. Geriye kalan az sayıda eser ise bağımsızlıktan sonra restore edilmiştir.

Fergana Vadisinin şehirleri Sovyet döneminde Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan arasında paylaştırılmış. Bu bereketli vadi dil, inanç, kültür ve tarih olarak birbirinden pek farkı olmayan insanların yapay sınırlar ile birbirinden kopartılmasının hatta birbirlerine düşman edilmesinin en iyi kanıtlarından birisidir.

Öğle yemeğinde şehrin esnafından Sultan Abdülhamid hayranı olan genç bir eke (abi), geleneksel Özbek pilavının Fergana türünü ikram etti. Bölgede her şehrin pilavının farklı özellikleri oluyor. Akşam da bir Özbek düğününe (toy) katıldım. Toydaki müzikler, çalgı aletleri, ritüeller ve yemekler kültürel köklerin derinliğinin de yansımasıydı.

Düğün çıkışı gece taksi ile Andican üzerinden Kırgızistan sınırının yolu tuttum. Maalesef gidemediğimiz birçok yer vardı. Özellikle Semerkant’a hiç uğrayamadım. Gelecek sefer Aral Gölüne, Semerkant’a, Tirmiz’e gitmeyi arzu ederek Özbekistan’dan ayrıldım.
Bana göre Özbekistan, Uluğ Türkistan’ın maddi ve manevi kalbidir. Hem coğrafyası hem kültürel iklimi bu düşüncemi destekliyor. Son yıllarda her alanda ciddi bir gelişme yakalamış olan ülkede önemli eğitim, kültür ve turizm yatırımları yapılıyor. Ülkeyi her yıl dünyanın birçok yerinden çok sayıda turist ziyaret ediyor. Turizm konusunda özellikle tarihi İpek Yolu üzerindeki mola ve dinlenme tesislerinde bazı eksiklikler göze çarpıyor. Ancak bunlarında kısa bir sürede giderileceğini düşünüyorum.
Kırgızistan
Gece gündüz hareketli olan Dostluk sınır kapısından bir kardeş ülkeden diğerine gecenin geç saatleri olmasına rağmen kolayca geçtim. Kısa bir yolculuktan sonra Oş şehrine vardım.

Oş’da bütün otellerin dolu olması beni çok şaşırttı. Uygun fiyata kaldığım otelde sabah uyandığımda karşımızda duran heybetli dağın ismini sorduğumda Süleyman-Too yani Süleyman Dağ olduğunu öğrendim. Hazreti Süleyman’ın yaptığı bir seferde bu dağda konakladığı ve ismini de buradan aldığı söyleniyor. Dağ şehrin tam ortasında yer aldığı için Dağın tepesinden tüm Oş şehrini görmek mümkün. Dağın eteklerinde taşları delerek yapılan iki katlı bir müze bulunmakta. Müzede Oş şehrinin 3 bin senelik arkeoloji buluntuları ve Kırgızistan’ın güney kısmında yaşayan vahşi hayvanların mumyalaştırılmış halleri var.

Süleyman Dağ’ın en tepesinde ise Hindistan’da büyük bir devlet kurmuş olan Emir Timur’un torunu Babür Şah’a ait evi görünce çok şaşırdım. “Acaba birisine mi yaptırdı” gibi bir soru aklıma geldi. Babür Şah’ın genç bir mirza iken Oş, Andican tarafında yaşadığını ve bu evi yaptırdığını öğrendim. Ayrıca bu ev Kırgızların gelip dua ettikleri kutsal bir mekana dönüşmüş.

Daha sonra Türkiye’de çok bilinen Kurmancan Datka ve onun hocası, Türkistan’ın büyük alimi, Sultan Abdülhamit’in hocası Selahattin Sahip Hazretleri’nin türbelerini ziyaret ettim. Tabii bu kolay olmadı. Çünkü Bu Zat Oş’ta fazla bilinmiyor. Kabristanın ne girişinde ne de içinde hiçbir levha yoktu. Özbekistan’daki ziyaret yerlerine göre daha bakımsız olması beni hüzünlendirdi. Burada da TİKA başta olmak üzere Türkiye’nin kurumlarına önemli görevler düştüğü kanısındayım. Tabi Kırgızistan yöneticilerinin de sorumlu olduğunu belirtmek gerekir. Ülke içinde mühim bir mekanın canlandırılmasının, turizm için önemli bir gelişme olacağını düşünüyorum.

Türkiye’de Asya’nın ilk kadın generali olan Kurmancan Datka’yı iyi tanımamızı sağlayan geçtiğimiz yıllarda gösterime giren “Dağların Kraliçesi” adlı sinema filmidir. Bu örnekte de görüldüğü gibi aynı kökten gelen kültürlerin yakınlaşması için önemli bir yumuşak güç unsuru olan sinema filmleri ve dizi filmler ilk akla gelmektedir. Bu yüzen ortak kültürel alt yapısı olan ülkelerin halklarının birbirlerini daha yakından tanımaları için görsel işitsel alanda da işbirliği yapmaları önemlidir.

Kırgızistan ya da Kırgızlar deyince akla heybetli dağlar, asil atlar gelir. Oş’tan Alay’a doğru dağ köylerine gidip, asil atlarla gezinti yaptım. Pamir Dağlarında ata binmek çok keyifliydi. Bu bölgelerin yemekleri çok lezzetlidir. Türkiye’den gidenlerin de damak tadına çok uygun. Lezzet konusunda yabancılık çekeceklerini sanmıyorum.

Özgen

Ertesi sabah Oş’tan ayrılıp tertemiz havası ile bizi karşılayan vadideki önemli tarihi şehirlerinden biri olan ve zamanında Batı Karahanlılar’ın başkenti Özgen şehrine vardım. Burada Batı Karahanlı hükümdarlarının yaptırmış olduğu minare, medrese, türbe ve başka yapıları ziyaret ettim.

Celalabad
Özgen’den sonra Özbekistan sınırına sıfır noktalarından geçerek Celalabad şehrine ulaştım. Celalabad yakınlarında yer alan dünyanın en büyük doğal ceviz ormanlarına gidemedim. Bir sonraki tatil planlarım arasına buraları da not ederek kuzeye doğru devam ettim.
Toktogul
İhtişamlı Tanrı Dağları’nın ortasında bulunan Türkistan’ın en büyük, en heybetli barajı olan Toktogul’un ihtişamına kapılmamak elde değildi.
Tanrı Dağı — güneşin doğduğu yerdir.
Tanrı Dağı — rüzgarın donduğu yerdir.
Tanrı Dağı — bulutun konduğu yerdir.
Tanrı Dağı — Кırgızlar’ın olduğu yerdir!
- Altınbek İsmailov
Sovyet döneminde 1975 yılında inşa edilmiş olan Narın Nehri üzerindeki Toktogul Barajı ve HES’i, Kırgızistan’ın elektrik üretiminin yaklaşık yarısını tek başına karşılamaktadır. Baraj gölünü geçtikten sonra ulu dağlar arasından, ormanlardan, nehirlerden, tünellerden geçerek Bişkek’e ulaştım.

Bişkek
Kırgızistan’ın kuzeyinde yer alan yeşil Bişkek şehri ülkenin başkentidir. Bişkek’te Bağımsızlık Meydanı olarak ta adlandırılan Ala-Too Meydanı, Manas heykeli, açık hava müzeleri, yeşil parkları keyifle gezilebilir. Bişkek yakınlarında doğal tarihi Kırgız çadırlarının bulunduğu, tarihi konsepte sahip lokantalarda yemek yenebilir. Alış veriş yapmayı sevenler için çok uygun fiyata şehir merkezinde bulunan ve bu coğrafyanın en önemli çarşılarından biri olan Oş Pazar’ında alış veriş yapılabilir. Bütün bunları yaparken şehirde farklı milletlerden çok sayıda üniversite öğrencisine rast gelebilirsiniz. Bu manzara dünyada yüksek öğrenimin uluslararası olmasının (uluslararasılaşması) göstergesidir.

Uluğ Türkistan doğa, kültür, tarih, gastronomi gibi alanlarda müthiş bir turizm potansiyeline sahiptir. Ayrıca önemli turizm potansiyeline sahip Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan gibi ülkelerin misafirperver halkı da Türkiye başta olmak üzeri gelen bütün misafirlere çok sıcak davranmaktadırlar. Ancak bu büyük turizm potansiyelinin anlatılması için gerekli tanıtım faaliyetlerinin sosyal medya ve görsel işitsel araçlar ile yapılması gereklidir.

İki haftalık güzel bir tatilin ardından Kazakistan'a, Özbekistan'a ve Kırgızistan'a dair birçok güzel hatıra ile İstanbul uçağına binip Türkiye’ye döndüm. İki hafta boyunca hiçbir sorun yaşamadım. Doğayı yani dağları ve çölleri sevenlere, farklı lezzetleri tatmak isteyenlere, tarihe, kültüre merakı olanlara böyle bir tatili öneririm. Fiyat olarak uygun olmakla birlikte çok zengin bir coğrafyayı da tanımış olurlar. Ayrıca bu coğrafyayı ziyaret edecek olanlar Türkiye ile bölge ülkeleri arasında var olan toplumdan topluma iki yönlü inanç diplomasisine canlı şahit olma imkanını yaşamış olacaklardır. Sonuç olarak bu üç ülkeden hiçbir sorun yaşamadan çok güzel anılarla dönebilirsiniz.

Bavrım! Sen o jakta, men bu jakta

Kaygıdan kan jutamız. Bizdin atka

Layık ba kul bop turiv, kel keteyig

Altayga, ata mirası altın takka

***

Kardeşim! Sen o yanda, ben bu yanda,

Kaygıdan kan yutuyoruz, bizim adımıza

Layık mı kul olup durmak, gel gidelim

Altay’a, ata mirası Altın tahta

-Magcan Cumabay-