Demirbilek, “Şiddet, insan onurunu ve hatta yaratılışını aşağılayan bir olgudur. Kadına, çocuğa, engelliye, yaşlıya vs. fiziksel olarak dezavantajlı kişilere uygulanan şiddet ise, bu durumu daha ciddi bir toplumsal sorun haline getirmektedir. Bilhassa aile içi, ebeveynlerin çocuklarına, kocanın karısına uyguladığı şiddet, zamanla toplumumuzda normalleşmiş, şahit olunan vakıalara “aile sorunu” denilerek sessiz kalınmıştır. Tanıdıklar, akrabalar, eş-dost, olaya müdahale eden kolluk görevlileri, tarafları uzlaştırmak için müdahalede bulunmakta, fakat bu iyi niyetli çabalar sonuç vermemektedir. Şiddet uygulayan alışkanlıklarına devam etmekte, bazen bu son bulmaz kısır döngü, aile facialarıyla son bulabilmektedir. Şiddet tanımını yalnızca fiziksel şiddeti ele alarak yapmak eksik bir yaklaşım olacaktır. Fiziksel şiddetin yanında, psikolojik, cinsel ve ekonomik şiddetin varlığı her toplum için inkar edilemez bir gerçektir. Dünyanın her yerinde, şiddet gören kadınların çoğunun bu dört tür şiddetin tamamına birden maruz kaldığını görmekteyiz. Hakaret ve aşağılanmaya maruz kalan (psikolojik şiddet), istemediği ilişkiye zorlanan(cinsel şiddet), çalışma yaşamında eşit koşullara sahip olmayan ya da bu alana hiç giremeyen, ev içindeki emeği hiçe sayılan(ekonomik şiddet) kadınlar için, pozitif ayrımcılık devlet politikası olmak zorundadır. Şiddetle mücadelede zihinsel dönüşümün, farkındalık yaratmanın ve yasalaşmanın gerekliliğini gören Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, ulusal eylem planları ile bu dönüşümü başlatmada önemli bir girişimde bulunmuştur. Bugün ülkemizde şiddet mağduruna en ileri korumayı sağlayan yasa, 6284 Sayılı, “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Hakkında Kanun”dur. Üzülerek belirtmek gerekir ki, 2012 yılının Mart ayında yürürlüğe giren kanunun uygulamasının anlaşılmasında sorunlar bulunmaktadır. Uygulayıcı kurumların bir kısmının kanun konusunda bilgi ve eğitim eksikliği, toplumsal cinsiyet eşitliği konusundaki zihinsel dönüşümün henüz sağlanamaması, toplumun kadına ve dezavantajlı kesimlere bakış açısının geleneksel kalıplardan kurtulamayışı, kanunun uygulanmasındaki aksaklıklara neden olan temel sorunlardandır. Buna rağmen, hak temelli bir anlayışla hazırlanmış olan kanun, şiddet mağduruna cinsiyet ayrımı gözetmeksizin ileri bir koruma sağlamakta, dezavantajlı bir durumda olan şiddet mağduru kadına ise toplumsal hayatta olanaklar sunmaktadır. Söz konusu kanun, sanıldığının aksine, sadece kadın eksenli bir koruma sağlamamakta, toplumun şiddet mağduru olan kadın, erkek, çocuk, bütün bireyleri için yapıcı çözümler ihtiva etmektedir. Şiddet mağduru kim olursa olsun, jandarma, polis, kaymakamlık, valilik, savcılık, aile mahkemesi seçenek kurumlarından birine başvurduğunda, şiddet uygulayana uzaklaştırma, şiddet mağduruna ise koruma önlemi alınmaktadır. Suç oluşturan şiddet vakıası için savcılık tarafından soruşturma başlatılmaktadır. Hayati tehlike bulunması durumunda mülki amir tarafından geçici koruma altına alınması, maddi yetersizliği bulunan mağdura geçici maddi yardım sağlanması ve barınma yeri sağlanması imkânları bulunmaktadır. Aile mahkemesi hâkimi ise, gerekli gördüğü takdirde kişinin aydınlatılmış rızasına dayalı olarak kimlik ve adres bilgilerinin değiştirilmesine dahi karar verebilir. Kolluk birimleri de aile mahkemesi tarafından onaylanmak üzere, şiddet uygulayanı mağdurdan ve konutundan uzaklaştırma kararı verebilmektedir. Şiddet tehdidi altında bulunmak bile önlem alınması için yeterlidir ve mağdurdan, şiddet gördüğünü ispat etmesi istenemez. Delil ve belge aranmaz. Kişinin beyanı yeterlidir. Resmi makamlar acilen önlem almak zorundadır. Bilhassa aile içi şiddet durumunda, toplumun çekirdeği olan ailenin dağılmasını önlemek için şiddet uygulayanın tedavisi imkânı da bulunmaktadır. Özellikle alkol ya da madde bağımlısı şiddet uygulayan için rehabilitasyon, kesinlikle düşünülmesi gereken bir yoldur. Böylece, ailenin parçalanması engellenirken, şiddet uygulayanın da topluma kazandırılması yolu açılmış olacaktır. İnsan onuruna uygun bir yaşantı için toplumun her kesiminde şiddetle mücadelenin toplumsal bir sorumluluk olarak algılanması gerekmektedir. İnsanlık onuru, toplumun her bireyi onurlu, temel hak ve özgürlüklerine saygı duyularak yaşayabildiğinde sağlanabilir. Din, dil, ırk, cinsiyet ayrımı gözetmeden eşitliği sağlamak, eşitlikçi bakış açısını toplum hayatına yerleştirmek ise, devletin görevidir. Bütün dünyada olduğu gibi, yurdumuzda da, özellikle kadına uygulanan şiddetin son bulması, sorunun altında yatan geleneksel zihin yapısının değişmesi, eşitlikçi bakış açısının gelişmesi, kadının insan haklarına saygı ile mümkündür. Toplumun her bireyi, temel haklar ve bu hakları kullanma konusunda eşittir. Anayasa’nın 10.maddesi, “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.” İfadesiyle bu durumu özetlemektedir” dedi.