İl Müftüsü Altunkaya mesajından şu ifadelere yer verdi; “Vefa, her şeyden önce Yüce Allah’a gönülden bağlılık, sadakat ve itaattir. Hiçbir şeyi ortak koşmadan muhabbet ve marifetle O’na yönelmek, ibadet ve salih amellerle O’na yaklaşmaya gayret etmektir. Öte yandan vefa, sözüyle özü bir olmaktır; sözünün ağırlığını bilmek ve sözüne sadık kalmaktır. Dostlukta ve bağlılıkta sebatkâr olmak, ailesini, akrabasını, kendini sevenleri, kendisine iyiliği dokunanları minnet ve şükranla anmak, onlarla iletişimi sürdürmek; onlara sevgi, saygı ve samimiyetle muamele etmektir.

Vefa kavramı, Yüce Kitabımız Kur’an’da önemle üzerinde durulan ahlakî bir erdemdir. Kur’an-ı Kerim, gerek insanın kendisini yaratan Allah’a verdiği söze gerekse diğer insanlarla sosyal ilişkilerinde sadakat anlamında değişik vesilelerle ahde vefa veya kısaca vefa ilkesine vurgu yapmıştır.

Ahde vefa imanla birlikte zikredilerek onun imanın ayrılmaz bir parçası olduğu vurgulanmış, sözlerin sorumluluk gerektirdiği ifade edilerek, müminlerden akitlerinde verdikleri sözlere titizlikle uymaları istenmiştir (İsrâ 17/34; Mâide 5/1, 7). Olgun müminlerin vasıfları sayılırken, onların ahde vefa gösterme özelliklerine işaret edilmiştir (Müminûn 23/8; Meâric 70/32).

Hz. Peygamber (s.a.s) vefanın imandan olduğunu olduğunu bildirmiş ve Peygamberimizin hayatı vefanın zirvesini teşkil edecek en güzel örneklerle doludur. Evet, O (s.a.s) Rabbine karşı sorumluluk bilincinin en üst mertebesindedir. Allah’tan en çok korkan ve O’na karşı gelmekten en çok sakınandır. Yüce Yaratan’ın ihsan ettiği nimetlerin kıymetini bilerek en çok şükreden, en çok hamdeden kuldur. Vefa söz konusu olduğunda Peygamber Efendimizin hayatında annesine, amcasına, sütannesine, fedakâr eşi Hz. Hatice’ye vefasını görmemiz için çok çaba harcamamıza gerek yoktur.

Hz. Peygamber ailesi ve akrabasına çok vefalıdır. Onun (s.a.s) vefası bazen “annemden sonra annem” dediği yengesi Fatıma bint Esed’e, bazen sütkardeşi Şeyma’ya, bazen de Uhud’da şehit düşen amcası Hz. Hamza ve onun geride bıraktığı yetimlerinedir. Sevgili Peygamberimiz ilk Müslüman olanlar başta olmak üzere ensarı ve muhaciriyle ashabına karşı vefalıdır. En yakın dostu Hz. Ebu Bekir’e karşı beslediği dostluk, sahabenin gençlerine gösterdiği özen, ensara duyduğu sevgi, kuşu ölen çocuğa ve mescidi temizleyen kadına gösterdiği vefa, Suffe ashabına karşı beslediği karşılıksız iyi niyet “Vefa Peygamberi”nin hayatından güzel örneklerdir.

Hz. Peygamber İslam’a ve Müslümanlara iyiliği dokunanlara karşı vefalıdır. Onun bu vefası kimi zaman Habeşistan kralı Necaşi için kılınan cenaze namazında, kimi zaman da Habeşistan elçilerine bizzat hizmet etmekte tezahür eder. Hz. Peygamberin hayatında, tüm peygamberlerin her birine ayrı ayrı vefa duyması, kendisinden binlerce yıl sonra yaşayacak ümmeti için vefa göstermesi, zorla çıkarıldığı memleketine, hayvanlara, dağa, taşa duyarlı olması gibi nice vefa örneklerine hayranlıkla tanık oluruz.

Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s)’e ümmet olma şerefine nail olan mümin de vefalıdır, vefalı olmak zorundadır. Zira vefa, mümin ahlakının bir gereğidir.

Mümin için vefaların en yücesi hiç şüphesiz kendisini eşref-i mahlûkat olarak ve kendisini en güzel surette yaratan Yüce Rabbine karşı göstereceği vefadır. İnsanın Rabbini tanıması, O’na iman etmesi, O’na karşı kulluk vazifesini yerine getirmesi en büyük vefakârlık; Rabbini inkâr etmesi, O’nun yüceliğini tanımaması ve O’na ubudiyetten imtina etmesi ise en büyük nankörlüktür. Unutulmamalıdır ki insan, “Elest Bezmi”nde Cenab-ı Hakka, iman ve kulluk sözü vermiştir. Dolayısıyla Allah katında gerçek vefa, O’na verilen sözü unutmamak, ne pahasına olursa olsun bu ahde ve misaka sadakat göstermektir. Rabbine karşı vefayı kuşanan insan, O’nun kullarına karşı da kadirşinas olacaktır. Anne-babasına, eş ve çocuklarına, akraba ve dostlarına, imtihan için gelip geçtiği dünyaya karşı göstereceği her türlü vefasızlığın, Allah’a beslediği vefa duygusuna halel getireceğini bilecektir.

Vefa, fert için bir kıymet ve değer, toplum için huzur ve saadettir. Toplumsal bünye için en esaslı değerlerden, en ulvi hasletlerdendir. Zira bütün muameleler, akitler ve sosyal ilişkiler vefaya bağlıdır. Bir toplumda vefasızlık baş gösterirse güven duygusu sarsılır. Ferdî ve içtimaî hayatta kadirşinaslık ve vefa olmazsa insanî ilişkiler zedelenir, toplumsal dayanışma ve yardımlaşma ruhu kaybolur, neticede toplumsal huzur yok olur.

Bugün Yüce Rabbimizle aramızdaki ahdimizi hatırlamaya, tüm insanlık ve kâinatla olan vefa sözleşmemizi yenilemeye ihtiyaç vardır. Değerler sisteminin altüst olduğu, haz ve hızın değer yargısı gibi gösterilmeye çalışıldığı çağdaş dünyada, “insanlık için en hayırlı ümmet” iltifatına mazhar olan biz müminler, vefayı en üst seviyede yaşayan ve temsil eden, vefa insanı ve muallimi Hz. Peygamberin rehberliğinde vefa toplumunu yeniden inşa etmek ve insanlık ailesine sunmakla mükellefiz.

Bu duygu ve düşüncelerle ‘’Mevlidi Nebi’’haftamızın hayırlara vesile olmasını, genelde tüm insanlığa özel biz ümmetine vahyin rehberliğinde, sünnetin siretinde, vefanın bir erdem olduğunu hatırlayarak hayatımızın her anına hâkim kılmamızı gerektiğini unutmadan, haftamız hayırlı mübarek olsun.

Önümüzdeki Pazar’ı Pazartesiye bağlayan gece, Mevlid-i Nebi’dir. İslam’ın tebliğcisi, hak ve hakikatin temsilcisi, dünya ve ahiretin efendisi, rehberimiz, en güzel örneğimiz, Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s)’in dünyayı teşriflerinin yıl dönümüdür. Bu vesileyle Mevlid-i Nebi Gecemizi tebrik ediyor, haftamızın aziz milletimize, İslam âlemine ve tüm insanlığa hayırlı olmasını Cenâb-ı Hak’tan niyaz ediyorum.”