“Şeytanın hâkimiyeti ancak onu kendisine veli edinenler ve onun yüzünden müşrik olanlar içindir.” Nahl Suresi 100. Ayet

Kıymetli dostlarım şeytan nasıl veli (vali) edinilir? Şeytanı veli edinip edinmediğini merak eden birisi ne yapmalıdır? Kendi iç dünyamızda, filan duygu veya davranışımızda velimiz şeytan mıdır? Ve bunları kolayca ayırt edip edemeyeceğimizi öğrenmek isteyenler için bu yazı ele alındı. Çünkü yaşadığımız hayatı bir daha yaşayamayacağız. Ya doğru yolda ilerlediğimizi zannediyorsak ve önümüzde yanlış bir kılavuz var ise? (Allah korusun) Bu yazıyla beraber hangi meselelerde şeytanın izinden gidip gitmediğimizi anlayacağız.

Allah Azze ve Celle, kitabında inananlar için en büyük düşmanın şeytan olduğunu vurgulamıştır. Madem ciddi bir düşmanımız var ve savaş halindeyiz, düşmanın kim olduğunu bilmeden savaşa girmenin akıllıca bir iş olmadığını da bilmeliyiz. Şeytanın tuzaklarına düşmemek lazımdır.

Kur’an’da iki tabir vardır; şeytanı veli edinenler ve Allah’ı veli edinenler. Aslında hayat ikisi arasında gider ve gelir.

VELİLİK NEDİR?

“Vela” Arapça’da “İdare etmek” demektir. Vali de bu kelimeden türemiştir. Kendimizi idare etmek için seçtiğimiz güç bizim velimizdir. O önden gidip bize bir iz açar, bizler de o izleri takip ederiz. Şeytan sadece iki adım atar ve “Yol bu taraftan.” der. İnsan bu yolun sonunda bir dağa ulaşır, “Senin yüzünden buralara geldim.” der ama şeytan sadece iki adım atmıştır. O yolu insan kendisi çizmiştir.

Şeytan insanlara gidip putlara tapmalarını, hırsızlık yapmalarını, alkol kullanmalarını ya da namaz kılmamalarını direkt emretmez. Mahşerde de kendisini savunmak üzere “Benim onlar üzerinde bir zorlamam olmadı.” diyecektir.

ŞEYTAN SADECE KORKUTUR

Şeytan sadece korkutur. Başka bir şey yapmaz. Ama tanıdığı için insanı tam olarak korkacağını bildiği yerden korkutur. Nefsin zaaf içerisinde olduğu yeri tespit etmiştir. Düşmanının yıkılacağı en zayıf sur bellidir ve iş orayı yıkacak tohumu atmaktadır. Bazen bir tohum bir kayayı yerinden oynatır. Şeytan, kalbimizin hassas bir yerine korku tohumunu atar ve çekilir. Sonra o tohumu insanoğlu alır, sular, yeşertir, büyütür, ağaç yapar, ağaç olana kadar çok emek verir. İşlediği suçun cezasını mahkemede şeytana atmak isteyenlere şeytan, bunu kendisinin yapmadığını, sadece hatırlattığını söyleyecektir. Suçu işlemekten değil, suça azmettirmekten yargılanacaktır. Çünkü eylemi yapan insandır.

ŞEYTANIN TOHUMU KORKUDUR

Şeytan insanı fakirlikle korkutur, gelecek ile korkutur, hastalıkla korkutur, başına bir şey geleceğini düşündürerek güvensizlik ile korkutur... Ama hep korkutur. Ve devamlı da insanı yakalar.

Nasıl korkutur ve ne olur? Örneklendirmeye çalışalım ama asıl örnekler herkesin kendi hayatında gizlidir. Bunları okurken şeytanın kendimizi nasıl korkuttuğunu da düşünelim.

GÜVENSİZLİK KORKUSU: “Güvende değilsin. Sen kendini koruyabilirsin ama çocuğun yeni doğdu. Ya başına bir şey gelirse?” diye bizim kalbimizin oldukça hassas bir yerine bir tohum atar. Fikir tohumu. İnsan bu tohumla beraber kendisini veya çocuğunu güvende hissedecek işlere yönelir. Kendisini koruyacağını düşünerek içinde ne olduğunu dahi bilmediği bir muska takar, türbeye gidip oradaki vefat etmiş kişiden korunma talep eder, taştan yardım ister, çocuğuna taştan bir kolye takıp radyasyona karşı koruyacağını falan düşünür, totem yapar... Kendini koruyacağını zannettiği her türlü işin peşine düşer.

Kişi ya korunmayı sadece Allah’tan isteyecektir, ya da Mekke dönemindeki müşrikler gibi Allah’la beraber güçler oluşturacaktır. Karda açılan ayak izini takip edecektir. İşte birinin açtığı izden gitmek işine veli edinmek denir. O, bu işi yaptırmamıştır sadece yöneltmiştir. İnsanın önünden bir iki adım atıp iz göstermiştir. Önümüzde üç dört adım daha açılmış yol vardı. Şeytan bir tarafı gösterdi, biz iz bittiği halde ilk gördüğümüz izler istikametinde ilerledik ve dağlarda bizden öncekilerin kaybolduğu gibi kaybolduk. Muhakkak ki o ciddi ve sinsi bir düşmandır.

FAKİRLİK İLE KORKUTMA: Zengin kişi elindeki malın gidebileceğini düşünerek korkuyor, fakir kişi ise zengin olunca sorunların gideceğini zannediyor. Şeytan ikisini de aynı duygudan yakalıyor ve hassas bir zamanda hatırlatıyor. Bu duyguyu bize sokakta gezerken değil, tam para tahsil ederken, tam başkasının hakkını verirken, tam para musluğunun başında otururken hissettiriyor ki tohum sulak arazide daha iyi yetişsin. Kimi insanlarda bu korku, insafsızca devlet ve kamu malını çalmaya kadar gitmiştir. Ama şeytan kamu malını çalmayı, yolsuzluk yapmayı veya parayı faize yatırmayı öğütlememiştir. Sadece “Başkaları zenginlerken gelecekte fakir kalabilirsin.” diyerek korku tohumunu bir tek cümle vesilesiyle insanın göğsüne düşürmüştür. Bu zalim tohum nasıl bir tohumsa kimi zaman dürüst insanların gönlünde bile hemen yeşermiş, dal budak sarmıştır. Bu korku ile beraber gelecek hakkında önlemler almak, kaygılar oluşturmak, çocuklar için şimdiden gelecek planları yapmaya çalışmak gibi pek çok korku unsuru oluşmuştur.

HASTALIKLA KORKUTMA: Rakamlara iman eden ilkel kavimlere döndük. Bu korku bize tıbbın her söylediğini doğru kabul edip ona yönelik önlemler almak gibi bir şeyi de beraberinde getirdi. İşte en yakın örnek olarak şu virüs günlerinde neler neler yapıldı? Ana oğlundan, dost arkadaşından, millet birbirinden kaçtı. Herkes suçlu bulma derdine düştü vs.

BEĞENİLMEME KORKUSU: İnsanda galiba bir ilahlık sevdası var. “Birileri beni beğensin, beni takip etsin, canlı yayın yapayım, beni takip ve takdir eden kullarım olsun, beni beğensinler...” diye diye bir tuzağa düşmektedir. Asansörde bile sürekli kendi fotoğrafını çeken bir insanı anlamak imkânsızdır. Güzel ahlakla beğenilmek yerine bedenini göstererek beğenilmeyi, kaşını aldırmayı, satın aldığı malzemeler ile hava atmayı, süslü sözler yayınlamayı şeytan emretmez. O korku bize kapı açar. Biz de her amelimizi göstermek zorunda kalırız. Artık kahveler muhabbet olsun diye değil, Instagram’da görünsün diye yapılmakta. Hatta hayır işleri bile öyle bir hal aldı ki kimin açtığı yoldan yol aldığımızı bilmek güç.

MUHTAÇ OLMA KORKUSU: Modern korkulardan en popüleri budur. İnsan yaratılmış bir varlıktır ve muhtaçtır. Allah’a muhtaçtır, onun nefes almamıza izin vermesine, hayatı her an yaratmasına, rızkımızı vermesine her şeyi ile muhtaçtır. Sen muhtaç mısın sorusuna muhatap olan insan ne olduğunu da anlamadan “hayır değilim, inanırsam başarırım, ben özgürüm, ben benim sen de sensin” demeye başladı. Bunu sadece etrafına değil, Allah’a da demeye başladı. Yaratılmış olduğunu unuttu ve özgürlük türküleri söylemeye başladı. Namaz desen, canım istemiyor demeye başladı. Hâlbuki bizim canımıza “Sen kılmak ister misin?” diye sorulmadı. Nefsimizin hevasını ilah edinmemiz için şeytan korkuttu. Herkes kendi hayatındaki korkuları karşısında ne gibi önlemler aldığına, ne gibi kaygılara düştüğüne bakabilir. Her insan kendi içinde bir âlemdir. Ama şeytan elimizden tutup kötülüğe götürmez bizler onun açtığı yoldan onu veli ediniriz. Tercihimizden dolayı da mesulüz.

ALLAHI VELİ EDİNMEK

“Allah kendisine inananların velisidir. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır.” Allah’ı veli edinmiş isek kalbimize atılan korku tohumları bizi rahatsız etmez edemez. Onu büyütmeyiz de. Şeytan bize gelecek kaygısını hatırlattığında, bizi bununla korkuttuğunda Cenab-ı Allah bizim Rabbimizdir. Rabb, terbiye eden demektir. Anası ve babası olmayan insanlara da sahip çıkar. Kimse başıboş değildir. Rızkımız O'nun elindedir. O, dilediğini aziz eder, dilediğini zelil eder. “Mülkün sahibi O’dur.” diyebilir ve buna iman edebilirsek şeytanın açtığı yoldan gitmeyiz. İman, emniyet demektir. Rızık konusunda kendimizi emniyette hissedebiliyor isek Rezzak olan Allah’a iman etmişiz demektir. Ölüm korkusu geldiğinde ahirete iman etmiş isek kendimizi emniyette hissederiz.

Ya da şeytan kaygılarımızı büyütür. Çocuklarımızı kolejlere gönderelim, çocuklara ev bırakalım, okutalım vs... Kaygılar, kaygılar... Sanki çocuk için yaratıldık, o bizim efendimiz, biz de onun kölesiyiz. Evladım hangi ayakkabını giymek istersin, efendimiz seni hangi okula yazdıralım... Bunları artık ilkokul çocuğuna bile sormak zorundayız. Ona iyi bakmak, ona gelecek sağlamak gibi kaygılarımız kalbimize yerleşmiştir. Kendimizi de bu kaygılı hayata “Eğitim şart” diye hazırlarız. Hapishaneler; doktorlar, profesörler ve eğitilmiş insanlar ile doldu. Hani eğitim şarttı? Okumuş insanlar geldikleri makamları suiistimal ettiler. Hizmetçisi olduğumuz çocuklar bizi beğenmez oldu, laf dinlemez oldu. Ölsek arkamızdan okumayacak bir nesil için çaba gösterdik. Neden? Çünkü korkutulduk.

Kıymetli okuyucularım, şeytan sadece korkutur. Korkan insan da hemen kendince önlemlere sarılır.

Şimdi yazımızın başına dönüp acaba şeytanı veli edinip edinmediğimiz konusuna bir daha bakalım. Neler bizde korku oluşturmuş?

Bir anne çocuğunu beslerken peygamberimiz arkadaşlarına “Şu anne çocuğunu ateşe atar mı?” diye soruyor. Hayır deniliyor, “İşte Allah, kuluna bu anneden daha merhametlidir.” buyuruyor. Allah ne çok merhametli... Tabii Allah kime merhametli? Kuluna merhametli. Biz kul isek, o zaman merhametli ama dindar gözüktüğümüz halde bile, namazımızı kılıp, orucumuzu tutup, cihadımızı yapıp velayeti şeytana bırakan Müslümanlardan da olabiliriz. Hatta farkına varmadan böyle bir ömür bile geçebilir (Allah korusun). 

Sorarım, hakikaten velimiz kim? Allah’tan ecelimiz gelmedi ve savaş devam ediyor. Düşmanı tanıdık cephe iyice kızıştı…