Son günlerde medyada normal etten daha besleyici olduğu iddia edilen, ineklerin hücre dokularından üretildiği söylenen yapay etin faydalarından bahsedilmeye başlandı. Ciddi bir piyasa oluşturma çabası var ve büyük ihtimalle de yakında piyasaya girer. Yazıma “Yapay et helal mi?” sorusundan önce “Yapay eti hangi amaçla imal ettiler?” sorusuna cevap arayarak başlamak istiyorum.

Dünyayı şekillendirebileceğine inanan ve üst akla sahip olduğunu düşünen bir insan topluluğu, kendilerince dünyanın ihtiyarlama çağına girdiğini tespit edip tabiatın nasıl düzenleneceğine karar vermeye başladılar. Kendilerini dünyanın kurtarıcıları olarak lanse ettikleri için dünyanın yararına olan meselelerde diğer insanlar üzerinde baskı kurabileceklerine, bu gayenin yaptıkları tüm işleri meşrulaştıracağına kanaat getirmiş vaziyetteler. Hem böylelikle bir yandan egemenlik arzularına da ulaşmış oluyorlar.

Zamanın her şeyi kendi içinde yok ettiği dönemde dünyanın da az bir ömrü kaldığını bilim tasdik etmektedir. Zaten semavi dinlerde de dünya hayatının bir gün biteceği beyan edilmiştir. Teolojik olarak buna kıyamet günü denilmektedir. Kıyametin saati Allah katındadır. Kıyamet gününe kadar bizlere verilen mühlet içerisinde dünya takdir edilen şekilde dönecektir. O zaman geldiğinde de güneş dürülüp dağlar hareket edecek ve dünya hayatı sonlanacaktır. Son peygamber de gelmiş, mesajını ulaştırmış ve gitmiştir. Allah bir daha insanlarla iletişime geçmek için bir aracı (resul) kullanmayacak, verdiği sözde durduğu için de kıyamet günü gelene kadar dünya dönmeye devam edecektir.

Seküler (yalnızca dünyaya dayalı) düşünceye sahip olan insanlar, dünyanın biyolojik olarak da sona geldiğini fark ettiler. Bu düşüncenin insanları, genelde semavi dinlere inanmadıkları için ciddi bir korkuya kapıldı. “Dünya yok olma riskiyle karşı karşıyaysa, onu yok olmaktan kurtaracak, ekolojik dengeyi organize edecek ve düzenleyecek birilerinin olması lazım, bir “kahraman” lazım algısı halklar üzerinde oturtulmaya çalışıldı. Kurtarıcı kim olacak? Sorusuna da yine kendileri cevap vererek “Tabii ki de bizleriz!” dediler. Zaten daha önce de dünyaya çarpacak olan meteorlardan veya dünyayı yok edecek kasırga ve salgın hastalıklardan bizi “Amerikalı kahramanların” kurtardığını birçok filmde de izlemiştik. Filmlerde dünyanın ve evrenin koruyucuları hep onlardı. Aslında kendilerini âlemlerin düzenleyicisi yani Rabbi ilan ettiler. Dünya düzeni hakkında karar alacak olanlar, bizler için iyi ve kötünün ne olduğunu belirleyecek olanlar bu sahte ilahlardı hep. Çünkü onların nazarında bize hayat veren ve öldürenler onlardı. “Biz olmasak, bilim olmasa ölürdünüz. Biz olmasak dünya da ölürdü. Size hayat veren bizleriz ey kullarımız!” diyorlardı. Bu şaka değil emin olun. Bizleri gerçekten kulları gibi görmektedirler. Ne derlerse ona tâbi olmamız gerektiğine dair mesajlar her an farklı farklı kanallardan geliyor, gelmeye de devam ediyor.

Bill Gates, yeni kitabı olan “İklim Felaketi Nasıl Önlenir” adlı çalışmasının tanıtımı sırasında yaptığı konuşmada, küresel ısınmadaki payından dolayı, gelişmiş ülkelerin hayvan yetiştiriciliğini bırakıp yapay et üretim ve tüketimine geçmesi gerektiğini ifade etti ve düğmeye basıldı. Üst akıl bizler için karar verdi. Amerikan borsasında iklim değişikliğinin etkilerine dönük projesi olmayan firmalar ile ilgili kulisler yapılıp bunların hisse senetlerinin alınmamasına yönelik algılar yapılmaya başlandı. Büyük firmaları da kendi görüşleri için tarafgir olmaya mecbur kılıyorlar.

Tabii küresel ısınmayı engellenmek için sadece inekler ile ilgili değil, diğer hayvanlar, gıda ürünleri ve insanlar için de birçok projeleri var. Bu tek ayaklı bir proje de değildir. Asla komplo teorisi üreten bir insan olmadım. Sadece haberlere ve etrafımızdaki olaylara biraz dikkatli bakıp, gündemi de takip etmek suretiyle olanları yavaş yavaş görüyoruz.

KÜRESEL ISINMANIN GIDA VE TEKNOLOJİ BOYUTU

“Neden inek eti yememeliyiz?” diye sorduğumuzda yapay etlerin üretilmesinin küresel karbon salınımına olumlu etki edebileceğini ifade eden yanıtlar almaktayız. (Yani inekten çıkan dışkı havaya bir gaz salıyor, o da havayı kirletiyor. Zaten küresel ısınma var, o halde bu ineklerden kurtulalım diye karar aldılar. İlerleyen günlerde insanoğlu için ne diyeceklerini de tahmin etmek zor değil. Yavaş yavaş dillendiriyorlar da zaten.) 2018’de hazırlanan bir rapora göre et sevenlere “temiz dana eti” sunmanın, geleneksel et üretim yöntemlerine kıyasla sera gazı salınımında yüzde 74 ila 87 oranında azalma sağlayabileceği ifade edilmiştir. Dahası, suni gübrelerin denize karışıp deniz canlılarını yok etmesinin de önüne geçilebileceği öngörüldüğü için yapay etin iyi bir tercih olacağı beyan edilmiştir. (Denize karışan suni gübrelerin deniz canlısını yok ettiğini hesaplamışlar ama kendi fabrikalarının kimyasal atıklarının hesabı, icat ettikleri telefonların yaydığı radyasyonların zararı, ürettikleri arabaların tabiata verdiği hasar piyasada yok. Önemli değil çünkü bunlardan para kazanıyorlar. Hatta yarın tabiat bahane edilip sadece elektrikli araba üretilmesine yönelik karar aldırıp bu teknoloji de zaten kendilerinde olduğu için dünyayı kendilerine mahkûm etmeyi hedeflemekteler. Küresel ısınma bahanesiyle et sektörü de fabrikasyon olacaktır.)

Hatırlayacağınız üzere çok yakın geçmişte Avustralya'nın güneyinde kuraklık nedeniyle binlerce yabani deve, helikopterlerden tüfeklerle açılan ateşle öldürüldü. Hayvanseverler ülkesi olan medeni Avustralya gibi bir ülkede neden bu kadar masum deve katledildi? Hâlbuki haberlerden gördüğümüz kadarıyla Tazmanya’da sahile vuran balinaları kurtarmak için bütün ülke seferber olmuştu. Balina hayvan da deve bir hayvan değil midir? Mevzu gayet basittir. Develer çok su içiyorlardı, “Ya ileride Avustralya’da içme suyu kalmazsa?” diye tedirgin olup kendi menfaatlerine dokunacağı anlaşılan yerlerde maskelerini indirdiler. “Tabiatın rableri” karar verdi, “develeri öldürün gitsin, yükten kurtulalım” dediler. O sempatik insanlar da olayı akşam haberlerinde izlediler. Peki, Dünya canlısı olan hayvanlarla ilgili küresel planlar var da yine bir canlı olan insan için plan yok mudur?

KÜRESEL ISINMANIN AİLE VE NÜFUS PLANLAMASI BOYUTU

“Aile nedir?’ denirse, devlet için üreten en ufak topluluk denilirdi. Sanayi devriminden sonra ise artık kimse marketten aldığı gıdaları üretmiyor. İnsanoğlu sürekli bir şeyler tüketerek dünyayı kirletiyor. Üreten topluluktan daha çok tüketen topluluğa döndük. Yeni plana göre tabiata zarar veren insan neslinin daha da çoğalmaması için aile mefhumu yıkılmalıdır. Nüfus planlamaları dayatılmalı, doğum kontrol hapları ve seminerleri ulaşılabilir hale getirilmeli. “Kaliteli şartlarda çocuk yapın, geleceğini garantiye almayacağınız çocuklar yapmayın.” diye ailelerde baskı kurulmalı, sanki insanı yaratan ve rızkını veren Allah değil de o çocuğun ebeveynleriymiş gibi fikirler ve daha niceleri... Ailelere atılan bu korku tohumu ile çocuk sayısı 2-3’e düştü ve bu bile çok görülmeye başlandı. Aileyi tamamen kaldırma fikri filizlendirilmeye çalışılıyor. Geçen gün Nevşehir’de Avrupa Birliği destekli bir STK’yı ziyarete gittim. Finansör olmuşlar, mültecilere dağıtılmak üzere aile planlaması ile ilgili kitaplar bastırmışlar. “Adamların ekmeğe ihtiyacı var ama biz fikir veriyoruz, sakın doğurmayın.” Bunu ülkemizde de uzun zaman Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’da yaptılar. Zaten ülkemizin batısında olan kesim “Eğitim şart, aman doğurmayın. Az olsun, öz olsun.” yalanı ile çabuk kandırıldı.

“Şölen” kitabında: “Erdemli insanlara erdemli insanlar yaraşır. Erkeğe yakışan, kendisi gibi erdemli bir erkekle beraber olmasıdır. Süfli duygulardan dolayı çocuk doğuracak kadınlara yaklaşmak aşağılık bir durumdur.” diye buyurur büyük filozof(!) Platon. Bu ahlaksızlıkları bir cinsel ihtiyaç olarak sunan medya: “Cinsel ihtiyaçlar, cinsel özgürlükler eş cinsellikle de sağlanabilir.” fikrini toplumumuza enjekte etmektedir. Netflix vb. platformların dizilerinde sık sık eşcinsellik teması işlenmekte ve bunun özgürlük olduğunu kabul ettirebilmek adına da toplumsal eylem çağrıları yapılmaktadır. Ne yazık ki halk bu fikre şimdilik alışmış gibi görünmektedir. Bu durumun en azındanbir nebze normalleştiği söylenebilir. Bir on sene önce Türkiye’de eşcinseller bu kadar rahat yürüyebilir miydi? Bakınız, lezbiyen sevici olmasıyla gündeme gelen bir milli voleybolcuya yaptığı ahlaksızlığın aslında gayet normal bir tercih olduğu söylemlerinde bulunularak toplum tarafından ne denli sahip çıkıldığına yakın zamanda hep beraber şahit olduk. “Cinsel özgürlük” dedik, “Yürü! Yolun açık olsun benin güzel kızım.” diyen kitleler gördük. Bunu diyen teyzemin yarın torunu belki ibne olacak ama onun olaydan haberi yok...

HANGİ İNEĞİ KESELİM?

“Bu küresel düzeni koruma işleri nereye gidiyor?” dersek, madem inek ve yapay etten başladık örneğimiz de inekten olsun. Sevgili okuyucular. Size bir soru: İki ineğiniz var. İneklerden birini çoğaltmak, diğerini de kesmek istiyorsunuz. Birisi günde 40 kilo süt veriyor, Simental cinsi. Diğeri de 4 kilo süt veriyor, kara inek cinsi. İkisi de aynı samanı yiyor, aynı havayı teneffüs ediyor. Hangisini keselim, hangisini çoğaltalım? Sevgili dostlar, insanoğlunu dünyada ‘eşref-i mahlûkat” olarak değil de, sadece tabiatta herhangi bir canlı organizma gibi gören Avrupalı insanlar, yaptıkları üretimlerle ve dünyaya katkılarıyla kendilerini Simental inek olarak, aynı havayı soluyan fakat tüketim toplumu olan diğer insanları da kara inek olarak değerlendirmektedir. Haberiniz olsun, sizce bu işler nereye gider?

Avrupa’da zihnen engelli olan kişilere ötenazi uygulanmasıyla alakalı tartışmalar televizyonların ekranlarına taşınmış vaziyette. Almanlar Yahudileri asıl Simental biziz diye katlettiler. Kara ineği kim neylesin... Piyasada halen sürekli olarak “İnsan tabiatta bir canlıdır, Homo Cepranensis evrimleşerek insan oldu, maymunlarla aynı ataya sahibiz...” gibi söylemleri esas alan birçok kitap yazılmaktadır. Hâlbuki hiç ispatlanmamış olan, teoride kalan bu fikirler yüz yıldan fazla zaman sonra neden gençlere okutuluyor? Çünkü bu fikirleri de kendi görüşlerini desteklemek için gerçek gibi sunmaları gerekiyor. Teolojik olarak İnsan en şerefli mahlûktur. Diğer canlılar ve dünya insanoğluna hizmet etmek, onlara bir yaşam sağlamak için yaratılmıştır dersek insanı dokunulmaz yaparız. Onlarsa “Dünya sadece ‘nationalgeographic’” demek istiyorlar. Yani söylemlerinin vardığı nokta şudur: “Tabiatta da güçlü olan hayvanlar yaşar. Tabiat zaten zayıf canlıyı da kendi içinde imha eder. İnsan da sadece canlı zincirinde bir canlıdır. Tabiat ihtiyarlamış ise bu işi onun yerine biz yaparız.”

Bu işlerin bir parçası olan yapay ete gelince...

YAPAY ET NASIL ÜRETİLİR

Ne kadar masum anlatılıyor bir okuyun:

İlk olarak yapay et üretilirken alternatif protein kaynakları kullanılmaktadır. Kullanılan bu alternatif protein kaynaklarına et alternatifleri” de denilebilmektedir. Yaygın olarak kullanılan alternatif protein kaynakları mantarlar (mikroproteinler) ve bitkilerdir. Sonraki ise yapay et üretilirken canlı mikroorganizma kullanmak yerine laboratuvar ortamında üretilen hücre ve dokularından yapılan in-vitro et ve kültürlenmiş ettir. Bir diğeri ise genetiği değiştirilmiş organizmaların (GDO) kullanılmasıdır. Genetiği laboratuvar ortamında değiştirilmiş olan hayvanlardan elde edilen et, yapay et olarak kabul edilir. Yapay etin kullanımı ile hayvansal üretimde ortaya çıkan metan gazı başta olmak üzere sera gazlarının salınımının, olabilecek en az seviyeye indirgenmesinin hedeflendiği söylenmektedir. Bu sayede küresel ısınmanın önüne geçilmesine katkı sağlanmış oluyor. Ayrıca hayvansal üretim sonucu meydana çıkan, orman ve arazilerin tahrip olması olayının da önüne geçileceği, artan dünya nüfusundan dolayı fazlalaşan besin ihtiyacı için çok sayıda hayvanın kesilmesinin önüne geçileceğinden, mutlaka yapay ete geçilmesi gerektiğini savunmaktalar.

Laboratuvarda üretilen etler, hayvanlardan kök hücre alınması ve bunların laboratuvarda besleyici bir sıvının içine konularak büyütülmesi ile elde ediliyor. Bu süreçte hayvan öldürmeye gerek kalmıyor. Aslında bunun, bir bitkiden bir dal alıp onu toprağa dikerek yeni bir bitki elde etmekten hiçbir farkı yok.

Bu kadar masum bir iş...

Gelelim çarkın bir dişlisi olan yapay etin dini hükmüne...

DİN YAPAY ETE NE DİYOR

Bir İlahiyatçı olarak, dinin metodolojik olarak şöyle bakacağını düşünüyorum;

1-  Yapay et yapmak için hayvandan alınacak kök hücreler İslam’da eti yenen bir hayvandan, İslami usullere göre kesilmek şartıyla alınmışsa ve bu hücrelerin gelişimi için kullanılacak tıbbi ortamın helal kriterlere uygunluğu karşılanıyorsa bu et helal olur.

Bu etin bulunmasındaki etkenler ve niyet açısından da bakılacak olursa;

2- Birtakım insan, diğer insanlar üzerinde ilahlık taslamak için yeni bir dünya düzeni kurma söylemleri ile halkların zihinlerinde bir tasallut kurmak istiyor ise İslam buna “Tağut” (zorbalık) düzeni der. Biz Müslümanlar, dinimize göre tağut düzenlerini yıkmakla mükellef kullarız.

Bu et piyasaya sürüldüğünde belki fıkhın kriterlerine uygun olduğu takdirde helal olur ama bu eti yapanlar zihniyet olarak kokuşmuş kimselerdir. Bunların eti yenmez. Yemek isteyen yesin ama yememek lazımdır diyebiliriz.

Allah hayvanlar hakkında ne buyurur?

Hayvanları da O yaratmıştır. Onlarda sizin için elbise yapılıp ısınmanızı sağlayan deri, yün, kıl gibi şeyler ve daha başka pek çok faydalar vardır. Ayrıca onların bir kısmının da etlerini ve ürettikleri yiyecekleri yersiniz” (Nahl Suresi 5. Ayet)

“Daha başka pek çok faydaları vardır.” cümlesinden anlaşılan, hayvanlarda aslolan et bile değildir. Ekolojik denge için bile pek çok fayda için yaratılmış varlıklardır. Öyle ki dışkıları bile kıymetlidir.

İNSAN OT YİYEREK DE YAŞAYABİLİRDİ, Hz. NUH ALEYHİSSELAM NEDEN HAYVANLARI GEMİYE ALDI?

Bu hayvanlar olmasa yaşam ne hale gelirdi? Bunların varlığı insan varlığına eşdeğerdir Nuh tufanında insan nesli ve hayvanların beraber aynı gemide olması bir sözsüz sözleşmedir. Nuh tufanı varlıklar arası yaşamı idame ettirmek için, yaratılanların beraber yaşaması gerekliği babında varılan sözleşmenin kanıtıdır. Çünkü Hz. Nuh bağlamında insan, diğer tüm türlerin varlığının devamını garanti altına almakta ve bir nevi tüm varlıkları kendisine borçlandırmaktadır. Ve bu ilişki ilahi bir emirle gerçekleşmektedir. Bu husus şu anda geçerli "besin zinciri" sistemini oluşturmuştur. Bu "anlaşma", bilimsel ve teknolojik gelişmeler sonunda uygulamadan kalkma olasılığı ile karşı karşıyadır. Tehdit insan soyudur.

Uyanık olalım dostlar! Bir tezgâh var ama biz bu tezgâha müşteri olduğumuz sürece…