Nasrettin Hoca 1200’lü yıllarda Anadolu Selçuklu döneminde yaşamış, zamanının biricik insanlarından bilge ve latifekâr bir zat imiş. Latifelerini yalnız eğlendirmek için yapmamış, aynı zamanda o latifeden mütevellit bir hikmete de dikkat çekmek için yapmıştır.

Eskişehir’e bağlı Sivrihisar'ın Horto Köyü'nde 1208 yılında bir imamın çocuğu olarak doğmuştur. Gençliğinde bir müddet terzi çıraklığı yapmış, Seyyit Hacı İbrahim ve Mehmet Hayrani’den dersler almış, oradan Konya’ya gidip ilim tahsil etmiştir. Öğrencilerine “Kuduri” dersleri vermiş hatta Kuduri ile basiret ve hikmetinin de açıldığı beyan edilmiştir. 80 yaşlarında vefat etmiştir.

Terzi çıraklığı yaptığı dönemde iki yıl içerisinde sanatın yarısını öğrendiğini, artık dikilmiş elbiseleri sökebildiğini, kalan yarısını da ömrü vefa ederse öğreneceğini söylemiştir.

Türk halkından olan bizler, bilgiyi daha çok okuyarak değil de dinleyerek elde etmişizdir. Büyüklerden nasihatler dinleriz, savaş anısı dinleriz, ticaret dinleriz, tecrübelerinden faydalanırız. Bu tecrübeler hikâye şeklinde anlatılır ise o unutulmaz olur. Onu evlatlarımıza da naklederiz. Kadim bilgi sözlü tevarüs yolu ile nesillerden nesillere aktarılır.

Nasrettin Hoca, adından da anlaşılacağı gibi “Nas-rat-din” dir, yani dinin yardımcısıdır. Anlattığı latifekâr hikâyeler ile topluma dini duyguların verilmesinde yardımcı olmuş ilim, irfan ve hikmet dolu bir zattır. 1284 yılında Akşehir’de defnedilmiştir.

 NASRETTİN HOCA’NIN FIKRALARI VE HİKMETLERİ

Bir gece rüyasında Hoca’ya dokuz akçe vermişler. Hoca “hele on akçe olsun” derken uyanıp bakar ki elinde bir şey yok. Gözlerini kapayıp, elini uzatıp, “getir bari dokuz akçe olsun” demiş.

İnsanın bu dünyada elinde tuttuğu paraları aynı rüya gibidir. Daha çok param olsun diye çalışmak boş işlerdendir. Elinizde iken sadaka vermek, hayır hasenatta bulunmak, yetime ve fakire sahip çıkmak gerekir ki uyandığımız vakit elimiz boş kalmasın anlamında latifekâr bir benzetme yapmıştır.

Bir gün Hoca yumurtayı on akçeye alır, başka bir mekânda dokuz akçeye satar. “Hoca niçin böyle yaparsın” dediklerinde Hoca, ”Dostlar alışverişte görsün” der.

Dünya hayatı makûs bir hayattır. Allah’ın işleri nasıl çekip çevirdiği bilinemez, bazen surette zarar gibi gözüken şeyler bilinmedik hayırlar doğurur. Bazen de kâr ettim dediğimiz meseleler başa bela olur. Niyeti temiz tutup işimize bakmak lazımdır, ziyan olursa şikâyet etmemek efdaldir. Ya yumurtalar dokuz akçeye satılmadan önce elden düşüp kırılsa idi…

Bir gün Hocanın tarlasına bir öküz girip talan eder, Hoca sopa alıp varana dek öküz kaçar. İleriki hafta da görür ki aynı öküzü bir çiftçi çifte koşmuş. Hoca hemen eline sopa alıp öküze yanaşır. Adam “Bre benim öküzümden ne istersin?” der. Hoca: “O kabahatini bilir” der.

Öyle bilâ destur halkın malını izin almadan “elime fırsat geçti” diye öküz gibi yer iseniz belki bu dünyada sopa yemezsiniz ama mahşerde şeriat arabasına koşulup yarın zebanilerin arasında kalırsanız o hakkı sizde asla koymazlar.

Hoca bir gün kabristanda gezerken bir koca köpek mezar taşına siğilmiş. Hoca eline bir sopa alıp tam köpeğe vurmak isteyince köpek sırtarmış. Hoca bakmış ki telef olacak hemen sopayı saklayıp “geç yiğidim geç” demiş.

“Köpeğe dalanmadan çalıyı dolanmak iyidir.” İntikam alacağım diye tehlikeye düşersen nefis, şeytan ve düşmanlar galip gelecektir. “Allah sabredenlerledir” deyip işi Allah’a bırakmak daha iyidir.

Hoca bir gün komşusundan kazan alıp işini gördükten sonra içine bir tencere koyup verince, sahibi görüp, “bu nedir?” demiş. Hoca, “Kazan doğurdu” deyince adam mutlu olmuş. Hoca yine bir gün kazan alıp bir zaman kullanmış. Sahibi bakmış ki kazan gelmiyor, hocanın evine gelip kazanı istemiş. Hoca: “Başın sağ olsun, kazan öldü” deyince, sahibi “kazan hiç ölür mü?” demiş. Hoca da “Doğurduğuna inandın da öldüğüne mi inanmadın?” der.

Yüce Allah bir damla sudan kan, sinir, hücre, et, kemik ihsan edip bizleri bu âleme getirdi. Bu yaratılışı aklımız almadığı halde nasıl kabul ediyor isek bir gün ölüp bu vefasız dünyadan göç edeceğimize, bütün organlarımızın toprak olacağına ve yine bir gün tüm bu organ ve kemiklerin tekrar yaratılıp mahşer günü hesap için diriltileceğine de inanmamız gerekir. Ey ahirete inananlar, dikkatli olunuz.

Bir gün Hoca düğün ziyafetine gider, elbisesi eski olduğu için itibar görmez. Hemen gizlice evine gidip kürkünü giyer. Düğün evine tekrar varınca kapıda hocayı karşılayıp tazim ile sofra başına oturturlar. “Buyurun hoca efendi deyince” hoca kürkün ucunu tutup “ye kürküm ye” der. Halk hocaya ne yaptığını sorunca “Zahirde ikram kürkedir, yemeği de o yesin” der.

Fukara ve miskin takımı geldiği vakit zahirine bakmayıp onlara izzet ve ikramınız bol olsun. Zira öyle insanlar vardır ki dünya da kimse bilmez ama gökyüzünde meşhurdurlar. Onlar Allah’ı sever, Allah ‘da onları...  “Kepenk altında er yatar”. Garibanın gönlünü almaya uğraşın. İzzet ve ikram makam ve mülke değil ilme ve yaşantıya göredir.

“Akıllı konuşan gelirse yol yok,

Ama âşık gelirse yüz merhaba…”

Bir gün hocanın evine bir adam gelip eşeğini ister. Hoca “Evde eşek yoktur” derken eşek anırır. Herif “Efendi eşek yoktur dersin içeriden bağırır” der. Hoca, “ne acayip adamsın eşeğe inanırsın da aksakalımla bana inanmazsın” der.

Zamanımızda faziletli aksakallı insanların nasihat ve tecrübelerine kulak vermeyip itibar etmeyen insanlar, muzip adamların laflarına kulak asarlar, ilim ehlinin sözü eşeğin sözü ile karşılaştırılmaya başlanır. Vay bize ki ilim ehlini ihmal ettik...

Bir gün hoca ve çırağı kurt avına giderler. Çırak kurdun inine girer, meğer kurt dışarıda imiş içeri girerken hoca kuyruğundan yakalar. Kurt eşinir, çırak içeriden gözüne toz gidince “nedir bu toz” der. Hoca “eğer kurdun kuyruğu koparsa tozu o vakit görürsün” der.

İnsanın nefsi azgın kurtlar gibidir. Eğer aman verir, salih insanların tavsiyelerini terk ederseniz o kurt sizi helak eder. Hemen salih ameller ve perhiz kamçısı ile kurdunuzu itaat ve terbiyeye götürün.

Bir gün hoca odun keserken çok üşümüş  “öldüm” diyerek ağacın dibine yatmış. Çakallar gelip hocanın eşeğini parçalamışlar. Hoca yattığı yerden “İyi buldunuz sahibi ölmüş eşeği” demiş.

Hoca efendi bu meseli yetimler için getirir. Sahibi ölmüş çocuk yetimdir. Onun sahibi artık Allah’tır. Başında birisi yok zannedip onun malına göz diken ancak ve ancak çakaldır.

Bir gün hoca kaftanını hanımına yıkatır. Hanımı kaftanı yıkayıp bahçe tarafına asar. Hoca gelip bakar ki bir adam bahçeden evi gözetler. “Hanım! Şu benim ok ile yayımı getir” der. Nişan alıp kaftanı delik deşik eder. Bir de yanına varır ki kendi kaftanı. Feryat ederek “Ya Rabbi şükürler olsun ben içinde olaydım çoktan ölmüştüm” der.

İnsan ne ederse kendine eder. Başımıza gelen iyilikler Allah’tandır fakat bir musibet gelmiş ise ancak ellerimizle yaptığımız yanlışlıklardandır. Nefsine zulmedip kendine zarar verme.

Bir gün hocanın evine hırsız girer. Karısı “Evde hırsız var” deyince Hoca “Boş ver, bir şey bulamaz, bulursa da elinden alırım” der.

İnsan vücut evini boş sözden, masivadan temiz eylemeli ki şeytan geldiğinde imanın nurundan başka bir şey bulamamalı. Eli boş, geldiği gibi gitmeli.

Bir gün Hoca abdest alırken su yetişmez. Namaza başladığı vakit kaz gibi bir ayak üzerine durur. Bunu gören cemaat “Hoca neylersin?” diye sorunca Hoca “Bu ayağımın abdesti yok” der.

Abdesti ve namazı düzgünce eylemek lazımdır. Böyle abdest, böyle namaz olmaz. Yarın sıratta topal olarak geçemeyeceğimize göre Allah’ın rızasına uygun tam işler yapmak gerekir.

Hoca efendi halkı bilen, nüktedan, kimseyi kırmadan latife yoluyla hakkı tanıtma ve bilme işini üstlenmiş salih bir zat imiş. Bize de onu hayırla yâd etmek düşer.

 Merhum hocanın Allah taksiratını affetsin, onu cennetine koysun…