TOPLUMSAL ADETLERİN MENŞEİNDE İNANCIN YERİ

Abone Ol

Mezarlıktan geçerken müziğin sesi neden kısılır?

Neden Kur’an yükseğe asılır?

Ezan okunurken neden ayak ayaküzerinden indirilir?

Neden yemekteki ekmek kırıntıları yenilir?

Toplumsal davranışların hepsinin arkasında ya kültürel ya dini bir inanç olur. Zaman içerisinde bu topraklarda yaşayan Türk halkına da birçok davranışlar yerleşmiştir. Bazı davranışların üzerinden çok zaman geçtiği için neden yerleştiği de bilinmez. Belki de bazı insanlar bilir bazıları bilmez.

Toplumumuzdaki bazı davranışların sebeplerinden bahsedeceğim: Yemekten sonra kimi insanlar ekmek ufaklarını yerler veya birisi yere bir şey düşerse alır besmele çeker ağzına atar. Bazıları da “Duadan sonra kırk lokma daha yemek sünnetmiş.” der.  Bu aslında geçmiş zamanda peygamberimizin söylediği bir sözün zamanla toplum içinde yer edinip alışkanlık yapmasıdır.

Resûlullâh (s.a.v.) yemek yediği zaman parmaklarını üç defa yalar ve şöyle buyururdu:

"Biriniz lokması (yere) düştüğü zaman (bulaşan toz, toprağı) on­dan gidersin ve onu yesin. Şeytana bırakmasın."

 Sonra bize yemek kabını silmeyi emrederek şöyle buyurdu:

"Şurası bir gerçek ki, hiçbiriniz yemeğinin neresinin kendisi için bereketli olduğunu bilemez." (Müslimeşribe 136. Hadis)

Üstteki hadisi şerifte birinci mesele parmakları yalamaktır ki bu elle yenilen yemekler için geçerlidir. Tabi yemekten önce ve sonra elleri yıkamakla ilgili sahih hadisler vardır. Temiz bir elle sofraya oturacaksınız. Nasıl ki lokantada belki de yüz kişinin ağzına götürdüğü ama yıkanmış olan kaşıkla yemek yiyoruz burada eller bize ait olsa da tertemiz sabunlanacak ve sağ el ile yemeğe başlanacaktır. Yemekten sonra da yıkanması peygamberimizin tavsiyesidir.

Çöl hayatında tozun ve toprağın içinde her gün beş defa elini, yüzünü, ayağını yıkayan, her yemekten önce ve sonra ellerini yıkayan, defi hacet yapınca temizlenen, dişlerim temiz olsun diye her gün misvak kullanan, güzel koku süren, saçlarını yağlayan, beyaz giyen nahif bir insanın ümmetiyiz. Çünkü “Allah temizdir, temizleri sever” buyrulmuştur. Bugün yaşasa idi ümmeti temizliğin ne demek olduğunu peygamberine bakınca görürdü.

Tabi sıvı olan şeyler, pis yerlere düşen şeyler hakkında konuşmaya bile gerek yoktur. Ama evinde yemek yiyen bir insan ekmek düşmüşse, katı şeylere bir şey bulaşmamış ise bunu yemesinde bir sakınca yoktur. Mide dışarıdan alınabilecek olan mikropların neredeyse hepsini öldürür. Bir elma ağacın altına düşmüş ise almak lazımdır. Gözle görülür bir şey olmadığı halde insanoğlu, “Bunu yiyecek mi?” diye düşünebilecek arkadaşlarının bakış açısından çekindiğinden kendisini kibir yoluna itmektedir.

Bir gün Şam’da hocamla bir parkta geziyorduk, hava güzeldi bizde güneşlenmek için bir banka oturduk. Otururken hocam oraya düşmüş bir elma gördü. Ağaçtan mı düşmüştü ya da birisi mi düşürmüştü hatırlamıyorum sadece aklımda kalan elmanın bir tarafında ufak bir çürük olması ve yerde olmasıydı. Şuradaki elmayı al çeşmede yıka da getir, dedi. Gittim çekinerek aldım, yıkadım getirdim ama ne yapacak bilmiyordum. Yemeyecektir, diye düşündüm. Cebinden bir çakı çıkardı, elmayı soydu ve bana bir dilim uzattı. Ben tokum istemem falan dedim ama ısrar edince kırmak istemedim, o dilimi midem bulana bulana yedim ama ikinci dilim teklifini kibarca reddettim. Bana elma yeme işi çok ağır gelmişti, yerden almış ve yemiştik. Çok sonraları bu olayı düşündüğümde -Allah affetsin- bu işin sadece bir kibir olduğunu anladım. Yerde bir elma ne olabilirdi ki. Sonuçta ağaçtan düşünce de yerden alıp silip yiyoruz. Sonra yıkandı hatta soyuldu ama gel bir de o işi bana sor.

Şimdilerde bırakın yere düşeni almak tabaklarda, lokantalarda yemeği yarım bırakıp kalkıyoruz. Bardakta içecek yarım kalıyor hepsini içti demesinler diye. Sanki bir nezaket formunda terk ediliyor, garsona tabakta yemek olduğu halde alabilirsiniz diyoruz. Hele açık menülerde dökülenin haddi hesabı yok. Biz böyle asiliz yemeğin hepsini yemiyoruz, kolanın hepsini içmiyoruz. Öyle görgüsüzler gibi yiyip içmeyiz diye yemeğin bir kısmı bırakılıyor. İki şişe kola alana kadar madem az içecektik bir şişe alıp bölüşse idik işte o zaman israf olmazdı. Düşen şeyler alınabilecek formda ise alınmalıdır. Kibir etmemek lazımdır.

Osmanlıca yemek kitaplarında “Yemekten sonra kırık lokmaları yemek lazımdır” diye yazar. Kırık ile kırk kelimesi Osmanlıca da aynı yazıldığı için iyi Osmanlıca bilmeyenler galiba duadan sonra “Kırk lokma daha almak gerekir, haydin buyurun.” derler. Aslında ekmeği bölerken ki kırılan ekmek parçalarıdır onlar. İşi bilenler parmağıyla önündeki ekmek parçalarını alırlar.

Şeytana nasip bırakmamak lazımdır. İnsan kendi şeytanını kendi eliyle besler.

ALLAHIN ŞİARI

Bir ayette “Allah’ın şiarına saygı gösterin.” denilir. Şiar simge gibidir. Ayırıcı özellik demektir. Şiar denilen şeyler, gördüğünüzde veya duyduğunuzda o toplumun Müslüman olduğunu anlayacağınız şeylerdir.

 Dinin şiarları: Ezan, Namaz, Kur’an, Kâbe gibi İslam’ı temsil eden şeylerdir.

“İşte böyle; kim Allah'ın şiarlarını yüceltirse, şüphesiz bu, kalplerin takvasındandır. (Hac Suresi 32.Ayet)

“Allahtan korkan muttaki takva sahibi insan dinin şiarına saygı gösterir.” buyruluyor. Bu toplumsal bir davettir. “Dinin şiarına saygı duyun.” emri vardır.

Biz bu ayet mucibince Müslüman toplumlar olarak şiar gördüğümüz şeylere saygı duyarız. Mesela toplumda mezarlık, ölüm ve ahireti hatırlattığı için mezarlıkları ve ölümü dinin bir şiarı gibi algılarız bu sebeple mezarlıktan geçerken arabanın müziği açıksa kısarız. Mezardakiler arabesk dinleyip rahatsız olmasın diye değil ölüm dinin bir şiarıdır, Allah da “Şiara saygı gösterin” dediği için Allah’ın emrine olan saygımızdan dolayı müziği kısarız.

Ezan okununca da aynısını yaparız. Kâbe’ye karşı asla ayak uzatmayız, evlerimizin tuvaletleri İslam toplumlarında Kâbe’ye doğru olan cihette olmaz.

Kur’an-ı Kerim evlerde yüksek yerlere asılır. Birçok insan, “Duvara Kur’an asmışlar, okumuyorlar. Öyle iş mi olur?” diye hayıflanır. Evet, okumamak hatadır. Aslen okunması gerekir. Ama duvara asmak hata değildir. O bir saygıdır, o şiara saygı duymaktır. Bir insana doğru düzgün yaklaşmayı bilmek lazımdır. Kur’an’ı asmış ama okumayan birisine; “Bu duvardakini görünce çok memnun oldum maşallah siz Allah’a ve dinine saygı gösteren birisiniz bu belli peki fırsat bulup okuyabiliyor musunuz? Hayır mı? Olur mu azizim Kur’an okumak en çok sana yakışır saygılı insan takvalı insandır.” vs. diyebiliriz. Ama “Asmışsın duvara içini açtığın yok, böyle Müslümanlık mı olur?” derseniz hem onun yaptığı yanlış olur hem bizim yüzüne vurma patavatsızlığımız ayrı bir yanlış olur.

Şiara saygıdan dolayı göbek altımızda Kur’an taşımayız. Yeter ki oku Kur’an pantolonunun cebinde olsun, demeyiz. Kur’an okunurken ayak ayaküstüne atmayız. Yapılan bu davranışların aslında zihnimizde bir alt yapısı vardır. Biz derviş bir milletiz, ecdadımız da öyleydi. Bu zihnimizin altındaki inançlarımızda mevcuttur.

 Ne mutlu Müslümanım diyene.