‘Hayat insanı yoruyor´ bu sözü ben demiyorum, desem ne çıkar ki? İnsanlar içine düştükleri bazı durumlar sebebiyle oldukça yoruluyorlar.

     Hayatın müşkülpesent hali karşısında yorulsak ne çıkar ki. Neticede sıkıntılar, darlıklar da sevinç neşe de devr-i âlem içinde bizleri sürklase ediyor. Lakin bazen insanın beynini kemiren bazen de ferahlatan şu fikirler yok mu ya aynen hava muhalefetine benziyor. Sıcakta kavrulurken serinliğin insicamına vurulmak, ayazda adeta buz tutarken donan bir nesne gibi çözülmeyi beklemek gibi bir hal ki ne hal!

    Üstelik bazen çelişkilerinde sarmalında nereden bulaştık denilen ideoloji ağından kurtulmanın nedametinde yanıp yakılmak varken…

    Öyle bir hal içine giriliyor ki her şeyin ters yüz olmasını arzu ediyorsunuz. Bir kenara çekilip sade hayatı yaşamak istiyorsunuz.

   Nasıl bir hayattır bu böyle?

   Fikirleri, ideolojileri, akımları bir yana bırakarak mesela.

  Yaşamanın hazzına ermek gibi…

  Birkaç dekarlık bağ bahçede toprak anayla baş başa vermek gibi…

  Ya emekliliğin tadını çıkarmak ya da elin etlisine sütlüsüne karışmadan, gözünün üstünde kaşın var dememek gibi…

   Yani işinde gücünde olmak gibi…

   İlanihaye öyle olmuyor işte! İnsansınız. Kulak tıkayamıyorsunuz. Ülke ve sınırlarımızda ve dünyada olup bitenler canınızı sıkıyor.

    Günler yılların ağırlığı altında eziliyor. Kısa zamana adeta yıllar presleniyor. Hep gözyaşları, acılar, zulümler, haksızlıklar, adaletsizlikler, adam kayırmalar, haksız kazançlar…

   Hep yanlış işler, bilmeden yapılanları terkisine almış gidiyor bu dünya.

   İnsanlık nasıl yorulmasın?

  Taş kalpli değil ki, bir yanında merhamet kokan yüreği var.

   Yani bir yanı insan…

  Tamamen de kopmamış insanlığından. Sadece utanmış. Bir şeyler yapamamanın çaresizliğinde adata bedbin olmuş…

   Olmuyor dedik ya.

   Hayat insanı yormakla da bırakmıyor güzel günlere olan sevincini de boğazında bırakıyor. Baharı özlüyorsunuz; çiçekleri, ağaçları, kuşları, bitkileri, böcekleri, dereleri, tepeleri.

   Memleketin sıcağında alın terini, soğuk pınarlarını, emeğini, çilesini yaşamak istiyor ve yıllar öncesini o sıkıntılı anlarına, kabili mümkün olmayan yıllarına gitmek istiyorsunuz.

   Yıllar her şeyi bir değirmen gibi öğütmüştür, saçlarınıza aklar düşmüş, bu vatana verdiğiniz saf ve güzel duygularınız maalesef tarumar olmuştur.

    Bütün güzellikler bir düş gibi arkanızda kalmıştır. Dürüst, saf insanların vatan sevgisi; hıyanetlikler akıl almaz kahpeliklerine heder edilmiştir. Çevrenizde ne kadar güvendiğiniz helal/haram dairesinde namuslu insan varsa bir de bakmışsınız ki koskoca güzelim ülkenizi ne hale getirmişler.

    Evet, önünüzde bir fotoğraf var ve bu fotoğrafta  ‘ne çare ki hayat insanı yoruyor´ durumu sizin bütün düşlerinizi cam kırıklarıyla yerle bir etmekten öte kalmamıştır.

   Bizim sevdamız böyle değildi.

   Adalet gelin oldu, iffet sizlere ömür, haysiyet ağır yaralı yerlerde sürünüyor, erdem dağlara vurdu kendini.

   Ellerinizi bağlayıp ister kapı aralığından bakın ister kapı önünde durun; çelikleşmiş iradeniz dumura uğramıştır!

   Biz yine de ümitsizliğin kasırgasında alabora olmuş değiliz elhamdülillah; bizleri yaratan Allah´a imanımız ve ümidimiz var; Allah nurunu tamamlayacaktır!