Düşünce karanlığı her devirde olmuştur. Günümüzde de vardır ve gelecekte de olacaktır. Bunun saikleri malumdur. Husumetler gittikçe artıyor ve her artış kaos ve kavgayı getiriyor. İnsan neden husumet bekler ki? Sebebi açıktır: cahillik, ilkel benlik ve çıkar! Çevrenizdeki insanlara bakınız maalesef bu düşüncelerin doğruluğunu görürsünüz. İlim ve terbiyenin tıkandığı her yer kuraklıktır, çöldür. İnsan bile bile her türlü marazi davranışların içine girer mi girer. Çünkü daima kolay ve kestirme yolu seçiyor. Dolayısıyla da düşünceler kamil olamıyor, çığ ve sığ kalıyor. Mümin müminin aynasıdır ancak mümin müminden ne kadar memnundur? Hayata bakışında daima iyilik ve güzellikleri görmeli ve yaşamalı ki yansıtıcı olabilsin. Karanlıklara ışık yakabilsin. Düşünce karanlığını etkileyen faktörlere baktığımızda insan üzerinde ne kadar olumsuz tavır ve davranış varsa hepsini rahatlıkla görebilirsiniz. Kin duymak, beğenmemek, husumet beslemek düşmanca tavırlar içinde bulunmakla kendini gösterir. Her şey üstüne üstüne geliyorsa, belki de sen ters gidiyorsundur gerçeğini görmek gerekir. Kin gütmek insanı her halükarda yıpratır. Kinin bulunduğu kalpte sevgiden söz edilemez. İnsanlara cehaletlerini anlatmak ve tanıtmak imkânsızdır. Çünkü cehaleti tanıyabilmek için de bilgi lazımdır; dolayısıyla cehaletini görebilen cahil değildir. Eğitim birçok yanılgıları yok eder, hatalardan korur. Bu bakımdan eğitimli ve kültürlü olmakla sorunların üstesinden gelinebilir. Konfüçyus öğretisinde eğitimcilerin düşüncelerini bir bakıma sistemleştirdiği görülür. Buna göre, “eğitimli insanların dokuz düşüncesi vardır. Baktıklarında, berrak görmeyi düşünürler. Dinlediklerinde, iyi duymayı düşünürler. Görünüşleri bakımından sıcak olmayı düşünürler. Davranışlarında saygılı olmayı düşünürler. Konuşmalarında doğru olmayı düşünürler. İşlerinde ciddi olmayı düşünürler. Kuşkuya düştüklerinde sorularını nasıl soracaklarını düşünürler. Öfkelendiklerinde sorunları düşünürler. Kazancı gördüklerinde adaleti düşünürler.”

Gurur yenmek için tevazu gerekir. Ancak aşırı tevazunun da gurur gibi kendine mahsus tehlikeleri vardır. İnsan yükseldikçe gönlü de bir o kadar alçalmalıdır. Alçakgönüllü olmanın yolu büyüklenmek değildir. Yerinde gösterilen hoşgörü insanı daima büyültür, yüceltir.

Bütün mesele iyi olmak ve iyiliği devam ettirebilmektir.

Şair Ziya Osman Saba  “İYİLİK” isimli şiirinde ne güzel seslenmiş:

Sabah... Ah şükrederek çıkmak geceden.

Ayak bastığım kıyı, yeniden doğuş.

Sabah, beliren evim, bahçeler ve sen,

Henüz uyuyan dallar, havalanan kuş.

 

Bu sabah bilmiyorum bu kırlar nere?

Çamlardan çimenlere dökülen sükûn.

Geçen ömrümü bana söyleyen dere,

Sessizce yaşamayı öğreten koyun.

 

Bir yol başlıyor gibi, ümitli, rahat.

Tanrım! bu sabah içim senin eserin:

İyilik, teselliler, merhamet, şevkat...

İçimde bir sabahın, o kadar serin.

 

Bilinmez sevgililerle yıkanan göğüs.

İyilik... Ürperisi vücutta ruhun.

İyilik... Beyaz koyun, gülümseyen yüz,

Şu bahar, mavi gökler, yemyeşil sükûn.

 

Bu sabah gözlerimle okşadıklarım,

Herşey, bütün tabiat, ağaçlar, dere,

Ey bütün sevdiklerim ve sen ey Tanrım!

Titrek elleri öpmek, kapanmak yerlere..  

Kelamın en güzeli ile seslenelim: "İyiliği emretmek ve fenalıktan sakınmak hususunda birbirinizle yardımlaşın, günah islemek ve düşmanlık yapmakta yardımlaşmayın. Allah`tan korkun, çünkü Allah`ın azabı çok şiddetlidir" (el-Mâide, 5/2).