Bazen bir kasırga eser tuz buz olurcasına alabora olur hayatın bir anı. Evet, sadece bir anı. Çünkü hayat bir bütündür. Bizler ise o bütün içinde anların ya ıstırapları ya da hazlarının demlerini yaşıyoruz. Elbet kasırgada değil bizleri tarumar eden keşkeşanlar girdabına sokan. Ruhumuzu yerinden sarsan buz gibi titrek bedenimiz bir lahzada adeta meflûç eden.

      Kar fırtınaları, tipiler, rüzgârlar ve yeri göğü taş gibi kesen ayazlar; kayganlığın hayatımıza insiyak ettiği buzlar…

      Her zerrede ses yitiminin hıçkırıkları hücrelerimizden bir yol bulmaya çalışır. İkindi ayazında bir türlü çıkmaz sesimiz. Ne dulda kalır ortada ne de ikide bir uzayıp kısalan gölgeler. O kadar bedbahtız ki cingözlüğün kitabında dembeste rolleri kesmekteyiz. Şeytana pabucunu ters giydiririz de fakat o pabuçlarımız da bir işe yaramaz. Ne kadar kahır yükü binse de omuzlarımıza bizler hala eski köy odalarının halk türküleriyle avunuruz. Gelmez elimizden başka bir şey!

    Her düdük çaldığında kimi santraya koşar kimi raylara bakar… Biçare, önce gönlünde aramalısın dermanını. İştiyakla sarıldığın yağmur yüklü bulutlar için önce kafanı göğe kaldırmalısın. Ve o rahmet bulutları ıslatsın içte ve dışta ne varsa, her şeyi.

     Nasıl istersin? Ahmak gibi ıslanmak mı, yoksa narına yandığımın dünyasında sırılsıklam olmak mı? İşte gözlerine renk veren yeşilliklerin üretken tomurcukları yine yeniden hayatın cana can katan öpücüğünü verecekler!

      Bütün bir satıh renklerin armonisinde senin için açacaklar, senin için gülecek ve güldürecekler. Bundan daha güzel ne olabilir ki? Hayat iksiri bizlere armağan, birer lütuf kâinatın yüce sahibinden.

     Ve belki de yaşamın en asude devirleri önünde serilmiş duruyorken iç çekişleri bir kenarda kalmalıydı. Kim bilir? Yokuşu da çıkan düzlüğe de varan sendin. Ama bunu bir türlü anlamadın. Irmaklar her zaman insanlar gibi şen kahkahalar atmaz. Coşkunca çağlamaz. Çağlasa da hangi yılın içinde izhar eder bilinmez. Unutma ki sert kışların soğu da, yılgısı da yaman olur; bereketi de gani!

     Sert esen deli gönle belki laf çok gelir, dinlemez ama hayrını da bir o kadar yürekten hisseder. Ab-ı hayatın bahçesine neşe denen nazlı çiçeklerle girilir. İşte şimdiye kadar ne menem şey olduğunu kestiremediğin bütün o çetrefilli gözyaşlarında nelerin ifşa edildiğini görebilirsin artık. Çünkü o yağmur kokuları etrafı sarmaktadır. Toprak ana seni beklemektedir. Ve seslenmektedir de,

     “-Gel artık gel! Nasıl gelirsen gel! Yeter ki derdine derman olayım; aç bağrımı bak neler çıkacak sinemden!”

     Toprak gibi yar olur mu? Ne istersen vermektedir. İstemediklerini de cömertçe sunmaktadır sana. O nazlı gelincikler, çiğdemler, menekşeler hep senin güzelliklerin için… Bambaşka, güzide bir hayatın bütün kokulu çiçekleri sevgiyle sermest olabilmen maksuduna matuftur. Her şey bir tatlı bakış bin yahşi üzere halk olunmaktadır maksat.

      Her şey sırrına o bakış ve duyuşla erer. Sükûn ancak onun durağında yer bulur kendine. Hale sevgi duyusunca sermest eder, başlar döndürür. Hazza erdirir. O sevgi ki hayatın baharını inkişaf ettirir.

     Sevgi, sevgi, sevgi…

     Müthiş bir kendinden geçiş ve ram oluş gülleriyle, çiçekleriylehakikatin irem bağında. İster bülbüller, kuşlar ister gamlı gamlı baykuşlar ötsün! Fark etmez.

     Hakikatin biricik saba yeli sema olup baş döndüren. Her şey onunla bin bir renklidir, kokuludur, çeşnilidir. Bir sevda türküsünce yaylaların suyu onunla serin, dağların karı onunla ak ve dumanlıdır. Hürmet onunla Yüceler yücesi Hüda katında makbul, merhametli, iyiliksever ve sevecendir.

      Her şeyin metalik metadan mütevellit feveran eylediği çığlıklar onunla değerli ve bir derviş edasınca mazlum ve mazbuttur.

      Bütün iklimlerin başı döner onun ağırbaşlılığınca. Hız ancak destursuz densizlerin ellerinde bir cirit atı mesabesindedir. O sebeple sevgi denilen güzel oturup kalkmasını; edebiyle bakmasını bilendir.

     Sevgi denilen muhip yüreği aşkla çarpan gönüllere göğse bir gül takılırcasına yakışandır.

    Siz, siz olun ona iyi bakın! Gözünüz gibi sakındırın kemliklerden. Koruyun! Onun yeri yüce gönüllerdir. O her yere girer.  Fakat kendine hep güzel yurtlar edinir, ebedi saadet yurdunda kalmak üzere.

    Halim, selim, cömert, vakur, engin, geniş, mütebessim, asude, melankoli, kibar, asil, billur, duru, saf, uslu, oturgan, bedii, edebi ve ebedi kalmaktır asli gayesi. Bütün bunlara benzer sirayet ekseni mucibince sevgiye dokunun!

     Sevgiye dokunmakla da kalmayınız! Güzel ağaçların, bitkilerin, çiçeklerin, börtü-böceklerin, küçük büyük hayvanların yakınında ve uzağında ruhunuzu okumakla müşerref olarak hayatınız bambaşka olacaktır. Sadece dokunun sevgiye; bu gaile içerisinde arınmış olacaksınız. Zira hayatın iksiri odur!