Hayatı yaşamı, varlığı oluşturan  varlığa vücut veren ruh, düşünce, mantık,  kültüre dönüşen algı zamanla kendiliğinden mi oluşur “Nehirlerin akış yatağını oluşturması gibi” yoksa, topluma, Ulusa, Millete kimlik, varlık ve  ruh kazandıran düşün adamları, bilgeler, edebiyatçı ve dinin inancın öğreticileri tasavvufçularımı etkili olur.  Ulusu  oluşturan bütün unsurlar Ulusa ruh veren yeni düşüncenin etkisi altında kalır onların yaratmaya çalıştığı öğretiden etkilenerek yaşam, dünya görüşleri şekillenir. Bu insanlar Ulus içinden çıktığı gibi evrensel, diğer milletlerin yarattığı değerlerden de etkileşim kazanım olur.

Bundandır ki yaşadığımız her dönemin sanatçı, siyasetçi, tasavvufçu ve akla gelebilecek diğer meslek ve kurum temsili profili değişir, değişmek durumunda kalır. Çünkü toplumun O kurum adına beklentisi algısı değişmiştir. Toplum, hizmet aldığı dinlemek, izlemek durumunda kaldığı muhatabı  zorlamakta aklında oluşturduğu inancın gereğine zorlamakta bu yönlü çalışma, üretim icraat beklemektedir.

Birinci dünya uluslarının yurttaşlarındaki siyaset algısı, parti yaklaşımı üçüncü dünya yurttaşıyla aynı değil. Üçüncü dünya  Ülkesinde demokratik ortam varsa; karşınıza kemikleşmiş ölümcül ideolojik partizanlık ve düşman kamları bulursunuz. Onların partiden, siyasetçiden anladıkları benim partim, benim Ülkemin kurtarıcısı  mantığıdır.

Oysa  demokratik bilincin ve yurttaşlık bilincinin geliştiği birinci dünya Uluslarında oluşan siyasi algı  hiç öyle değil. Yurttaş  partizan olmadığı gibi partili de değil. Halkın Partisi tutmaz, siyasetle yakından ilgili olmayan yurttaşın Partisi olmaz, olmamalı.

Devletin kafasındaki ve milletin düşündüğü idealler çelişmez ortak bir ideoloji söz konusu olur. Vatandaş partiye partiliye değil toplumda gelişme gösteren insani medeni öğelerin gelişme göstergelerine bakar. Talep ettiği hakların ne ölçüde gelişme gösterdiğine bakarak değerlendirme yapar yapmak durumunda kalır. Aldığı eğitim toplumun genel kültürü bu yönlü hareket etmeyi zorunlu kılar.

Amsterdam´da bulunduğum esnada, bir kütüphanede kitap edinirken şunu fark ettim; yaşları doksana varan insanlar ellerinde bastonlarıyla kitap alıyorlardı. Sonra edindikleri kitaplar çok kalın az o sayfalı değil, en az binin üzerinde, inanamadım ama geçte olsa anladım.
Toplumu öldürmekten öte daha güçlü etkin ve sürekliliği, kalıtsallığı olan hastalık okumama hastalığı olduğu gibi araştırmadan, hiç bilgi edinmeden ben biliyorum hastalığı marazı.

Okuyup araştırmadan ve/veya sorarak bilgi edinilmediği zaman diğer yanda ben biliyorum marazası kendiliğinde doğal olarak kendine alan açıyor.

Yazılarımı minnacık oranda takip edenlerin büyük eleştirisi içeriğinden çok makalenin uzunluğuna bakıp “gözlerini kaçırmak” iyi ama çok uzun yazıyorsun” diyorlar” ben uzun yazmıyorum; okunası bulmuyor veya alışkanlık edinmemişiz.

Toplumu oluşturan fertlerin yurttaşlık bilinci gelişme gösterdiği ölçüde beklentileri de farklılık arz edecek konuları tanımlama cesareti gösterecektir ve görüp anladıklarına bir mana ve anlam verecektir. Yani varlığı kendisi tanımlayacak ve vücut verecektir. Doğma ideolojilerin mali siyasi, politik istismarcıların alan açmasına araç olmayacaktır.

ETKİLEYCİ ÖYKÜLER

Çevremdeki insanları dinlemeyi önemser onların yaşamlarındaki deneyimlerine değer verir çok öğretici bulurum. İnsan kendi yaşadığı dönemin eseridir, O dönemin İmanını inancını temsil eder. Baksana bizim yaşadığımız çağın insanı Tanrı´ya Onun Peygamberine Kitabına inanmak için Allah´ta mucize istemediği gibi bu yönlü beklenti içine girmeyi kendine yakıştırmıyor, imanı hicap ediyor utanıyor.  

Hatta şunu görüyorum bırakın Tanrı inancına yönelik mucize beklentisini manaya yönelik” maddesinde dünyalık işlerinde de Allah´a yönelip dua ederek talepte bulunurken diğer yandan sebeplere yönelik gayretini artırmakta yılmaksızın çalışmaktadır.


Eskilerden gelen öğreti geçmişte mucize beklentileriyle oluşan inancı kıyaslıyor ve bu günün İmanını yerin dibine sokup “ zaman imanı kurtarma zamanı” kendine alan acıyor, açmış; artık durumu sen değerlendir. İnsanı diğer canlılardan ayıran ruhsal farklılık düşünmesi olarak biliyoruz, doğru.

Bilgiyle doğru bilgiyle düşünmek durumu bu farklılığın ana belirleyicisi yoksa günümüzde diğer duruma da kalan kategori “insanımsı” istemesek te bilenler ile bilmeyenlerin yarattıkları yaşam alanı, medeniyet kıyas kabul etmez fark yaratıyor.

Toplumun bir yakasında yan bakmak yan baktın cinayeti işleniyor. Öteki diğer bölgede tebessüm selamlaşma ve iltifat sevgi iklimi hâkim oluyor. Değil mi, Başbakan Mecliste döktüğü kahveyi kendisi temizliyor...