Hayata farklı açılardan bakmak yerine tek düze bakmak adeta kaderimiz olmuş. Gittiğimiz yol yol değil deriz ya işte o yol bizim yolumuzdur. Aksini söylemenin âlemi o yolu başka yerlerden yürüyerek kullanmaktır. Elbette bazen gittiğim/iz yol yol da olmaz. Bizi ziyanlara sokar, bedbin eder. Başımıza ne dertler açar. Bizleri düşündürdükçe düşündürür.

     Bizler aklımızı genelde doğru yerde kullanamıyoruz. Gerektiği kadar dahi düşünmeden hareket ediyoruz. Sığ bir düşünceyle de yaşadığımızdan olacak rahat edemiyoruz. Yüzümüz gülmüyor. Benzimiz, çehremiz gelincik bahçesine veya tarlasına dönmüyor, dönemiyor.

      Hayatın can damarlarından biri elbette insanın rahatlığa, huzura kavuşturan sebepler, faillerdir. İşte çiçekler de hayatımızın, yaşama sebebimizin olmazsa olmazlarındandır. Sadece birer armoniye dönen çiçekler de değildir bizleri renklendiren ve o coşkuları yaşatan. Çiçeklerin yapraklarından tutun da tabiatta ezcümle bütün bitkiler, ağaçlar, otlar velhasıl yeşilliklerin, çiçeklerin katmer katmer açan tonlarıdır.

Tabiattaki yeşilliklerin çiçeklerin baharı da insanları rahatlatırcasına hayat veren havası, suyudur, dağıdır, deresi, tepesidir, ovasıdır. Her ova bucak dört yan ya kendi içinden ve çevresinden aldığı iksirle yaşamanın sevincini yaşatır ya da iyi beslenemediği can suyu gelmediği iksirin mahrumiyetiyle hazanları, hayal kırıklıkları yaşatır.

     Tabiat insana hep cömert davranmasını bilmiştir. Ancak bizler yaşadığımız, ayak bastığımız; onu toprak ana olarak gördüğümüz toprakların kıymetini bilemediğimizden olacak; hor kullanmanın mahrum ve mahmurluğunu da yaşıyoruz.

     Toprak bizim canımız, parçamızdır. Kurak yerleri de yeşertmesini bilen bizler ne çare ki yeşeren yerleri de çölleştirmenin de beceriksizliğini yaşıyoruz.

     Hayatımızın iksir kaynağı, duygularımızın neşesi elbette ve tekdüze tabiata da sınırlı değildir. İnsan yaşadığı sürece kaldığı hüküm sürdüğü mekânların kıymetini bilmelidir. Köy, kasaba, ilçe, şehir güzelleşirse hayat da güzelleşir ve onun zevkini yaşar, devranını sürer. İşte bu sebeple şehirlerdeki medeniyetler böyle bir düşünceden izharla hayat bulmuşlardır. Gelecek kuşaklara da ümit olmuşlardır. Karamsar duyguları da köreltmişlerdir. Hayata daha iyi bakmayı bizlere göstermişlerdir.

     Tabiat ve kent elbette ki insan hayatı için önemlidir. İnsanın yaşadığı mekânlar işlendikçe, geliştikçe, geliştirildikçe hayatın anlamı da güzelleşmeye başlar. Ancak insanın hayattan haz almasının yegâne yollarından olan bu mekân ve olgulara insanın kendisi, bakışı, değer verişi de şarttır, elzemdir. Ancak insanlar kendi aralarında müşterek fikir ve duygularla da bir bağ oluştur. Kendi aralarındaki bu rabıta ne kadar güçlü ve yerinde olursa fevkalade işlerse insan da o derece hayattan kam alır, sevincini yaşar.

 İnsani ölçüler içinde hayatın keyfiyetini anlamak ve anlamlandırmak yaşamanın seviyesinin de bir göstergesidir. İyi ve güzel yaşamak eğer isterse insanın elinde olabilir. Birlik beraberlik ve mutluluklar içinde bir hayatı özlüyoruz lakin bunun için bir çaba harcamıyoruz. Bütün çabamız ferdiyetçilikle sınırlı kalıyor.

      Hayatımızda daima baharı yaşamak elbette imkânsızdır. Ancak hayatın her evresini çekici kılanlar da vardır. O kişiler ki küçük hesapların, çıkarların adamı olmadan büyük düşünerek hayatlarının her yanında üzüntülerine set çekmesini de bilmektedirler.

      Erdem ve sevmek insanın en önemli iki değeridir. O halde yılda bir veya iki kez bayramı yaşayanlar bir kez daha düşünmeliler. Bayramları tatil olarak görmek yerine hayatın her anını bayrama çevirmenin; yaşama sevincini hayatına hâkim kılarak tatillerin en büyüklerini hak etmenin yoluna bakmalılar. Zira yaşama sevinci ihmal edilmeden de ömrümüze ömürler katar.