Avrupalılar Türkiye´ye karşı tavır almada sınır tanımaz hale geldiler. Acaba neden? Asıl sebebini söylemeden önce son yıllarda yaşadıklarımızı kronolojik olarak kısaca izaha çalışalım.

Ak-Parti hükümetinin ilk yıllarında AB´ye, AB´nin Ak-Partiye olabildiğince yakınlaştığı bilinmektedir.

Hatta öyle ki bu yakınlaşma Türkiye´nin 2004 yılında AB´ye aday ülke ilan edilmesini sağladı. Adaylık süreciyle birlikte seri fasıllar açılmaya başlandı. Gene o tarihlerde tüm Avrupa ülkeleri Türkiye hakkında sevecen bir tutum içine girdiler. Zaman ilerledikçe üzerine düşeni fazlasıyla yerine getiren Türkiye, Batılıları şaşırtmaya başladı. O andan itibaren de ‘ne oluyoruz´ demeye başladılar.

Belirli aralıklarla olumsuz olmak koşuluyla Türkiye aleyhinde yorumlar yapmaya başladılar. Bu olumsuz yorumların dozajı gün geçtikçe artmaya başladı.

Birliğin belirleyici büyük ortaklarından Fransa Türkiye için “İmtiyazlı ortaklık” teklifinde bulunurken, bir diğer üye ülke Türkiye´nin Nüfus çoğunluğunu gündeme getirmeye başladı. Bu tür zahiri bahaneleri zikrederken batını düşüncelerini bir türlü dile getirmediler...

Hulasa gün geçmiyor ki, değişik aralıklarla Türkiye aleyhinde açıklamalarda bulunmasınlar. Vızır vızır açılan fasıllar açılmaz oldu. Kıytırık Kıbrıs Rum Kesimi dahi Türkiye´ye karşı “veto” şantajında bulunmaya başladı.

Batı´nın tüm bu tutumu Türkiye´yi eski gücüne kavuşturmak, idare etmek istediği halkın hissiyatına uygun davranmak için çalışıp çabalayan Recep Tayyip Erdoğan´dan kaynaklanmaktaydı. Belki tüm bu gelişmelerde bir şekilde tolare edilebilirdi. Fakat ne zaman ki, Erdoğan Davos´ta/İsviçre işgalci İsrail Cumhurbaşkanına “bir dakika - One minute” diyerek işledikleri devlet terörünü ve öldürmeyi sevmelerini ifade etmesi, işin şeklini daha bir değiştirmeye başladı.

O tarihten sonra Türkiye hakkındaki olumsuz tavır pik yaptı. O tarihe kadar Amerika ve Batılı devletlerin imtiyazlı ve şımarık çocuğu konumundaki İsrail´e ilk defa açıkça tavır alınıyor, yaptığı yanlışlar dile getiriliyordu. Üstelik de tüm dünyanın gözü önünde. Anlaşıldı ki, artık Türkiye eski uysal Türkiye değildi. Bir şekilde bu ülkeye önlem alınmalıydı.

16 NİSAN 2017 HALKOYLAMASI

Alınacak en önemli önlem Recep Tayyip Erdoğan´ı siyaseten yok etmekti. Lakin girdiği tüm seçimleri kazanan Ak-Parti (Erdoğan) demokratik yöntemle nasıl yenilirdi ki!

Demokratik yöntemle defalarca denenmiş olmasına rağmen yapılan tüm seçimlerde halkoylamaları da dâhil başaramadılar. Daha önce yapılan seçimlerde tavırlarını açık etmeyen Batılılar, en son yapılan “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” hakkında ki halkoylamasında açıktan “Hayır” için çalıştılar. Hem de ne çalışma!

Halkın basiret ve sağduyusu sayesinde bu oylamada da yenilince işi başka bir boyuta taşıdılar. Güya demokrat olduklarını söyleyen Batılılardan, bunun da başını çeken Fransa´dan beklenmeyen (!) bir açıklama geldi. Sosyoloji Profesörü olan Philippe Moreau Defarges katıldığı bir televizyon programında açıkça Recep Tayyip Erdoğan´ın öldürülmesi gerektiğini söyledi. (23.04.2017)

Melih Altınok, bağnaz Profesörün bu açıklamasını Sabah Gazetesindeki köşesinde şöyle izah etmiş.

 

ADAMLAR DAHA NEYİ İTİRAF EDECEK EY YURTSEVERLER?

Beklediğimiz ve umduğumuz gibi piyasalar referandum sonrası çok olumlu sinyaller veriyor.
Dolar hızla düşerken, Borsa da Gezi olayları öncesinde 93 bin 178 puanla tarihi rekorun kırıldığı 22 Mayıs 2013´ten bu yana en yüksek kapanışı gerçekleştirdi. Borsa İstanbul, haftalık bazda yüzde 2.62 ile dünyanın en fazla değer kazanan piyasası oldu.


Birkaç ay önce askeri darbe girişimi atlatmış, PKK terörüyle uğraşan ve içeriden CHP Milletvekili Aytun Çıray gibi sorumsuzların vatandaşı ekonomik boykot yapmaya çağırdığı bir ülkeden bahsettiğimiz unutulmasın.
Ama hesapları tutmuyor; bu yurtsever halk sabotajcılara, küllerin prensi olmak için ülkeyi yakmaya yeltenenlere istediğini vermiyor.
Geriye ne kalıyor, daha neyi deneyecekler?
Cevabı, Fransa Uluslararası İlişkiler Enstitüsü (IFRI) siyaset bilimi uzmanı Philippe Moreau Defarges versin:

 

Philippe Moreau Defarges

"O zaman geriye ya iç savaş ya da bunu söylemek zor ama onun (Erdoğan) öldürülmesi kalıyor."
Evet, Defarges Fransız haber ve ekonomi kanalı BFM Business´da sunucunun "Bir cinayeti meşru gösteremezsiniz" itirazlarına rağmen ne hukukun ne de tarihin affedeceği bu sözleri sarf etti.
Bu utanç sessiz kalan tüm Avrupa´ya yeter de artar bile.
Peki ya, FETÖ´cülerin ve darbe heveslilerinin 15 Temmuz´da yarım bıraktığı, PKK´nın ve DEAŞ´ın her gün denediği bu nihai planın hedefinde olan bizlerin uyanması için daha ne olması gerekiyor?
Defarges´in sözlerinin ardından bakıyorum, tepki verenler arasında Türkiye muhalefetinden tek bir isim yok.
Sanırsınız başka bir ülkeden bahsediliyor.
Sanki iç savaş durumunda yalnızca Türkiye´nin bir kısmı zarar görecek...
Türkiye Cumhurbaşkanı öldürülürse ve ülke kaosa sürüklenirse kaybeden hayır oyu verecek illerdeki vatandaşlar olacak.
Peki ya bunca çifte standarda rağmen hâlâ AB perspektifinden söz edebilen ağzı açık batı hayranı diplomatikler niye sessiz?
Siyaseten doğruculuk yüzünden kuzu etini sevdiğini söyleyemeyen bu monşerlerin içinden bir anda ergen bir tedhişçi çıkmasını AB ruhuna aykırı bulmuyorlar mı?
Yoksa onlar da mı Defarges gibi, halkın iradesinin katledilmesine tarihten seküler fetvalar buluyorlar.
Ne yapacaksın, mal bu, iş yine bize düşüyor.
Son birkaç yılda defalarca denediler, tekrar deneyecekler...
Çünkü bu topraklar bu medeniyet yine gözü dönmüş bir emperyalist tehdidin hedefinde.
Türkiye´nin tüm yurtseverleri birleşin!