‘Turkish’i Dondurma’

Bu hikâyeyi seksenli yıllarda Milli Görüş’ün tanınmış simalarından, RP’e milletvekilliği, Ak-Parti kuruculuğu, milletvekilliği, Başbakan yardımcılığı, hükümet sözcülüğü ve Meclis Başkanlığı yapan Bülent Arınç’tan dinlemiştim. Ayrıca “Çanakkale Destanı” isimli kitaptan da okumuştum.

Birinci Cihan Harbinde halife Sultan Reşat döneminin Şeyhülislamı ve Evkaf Bakanı Ürgüplü Mustafa Hayri Efendi çok tartışılan “Cihad-ı Ekber” fetvasını verdi. Bu fetvaya göre kızı anasına, oğlu babasına, borçlu alacaklısına haber vermeden savaşa/cihada katılabilir. Fıkıh ıstılahıyla “nefir-i âm” vuku bulmuştur. 

O esnada Avustralya’da dondurmacılık ve kasaplık yapan iki Türk Çanakkale’ye gidip savaşmak için yetkili makamlara müracaat eder. İzin vermedikleri gibi bu iki yiğitle dalga geçerler. Meselenin inceliğini anlamayan Avustralya yetkililerin bu alaycı tutumları çok zorlarına gider.

Diğer taraftan, Padişah’ın Cihad-ı Ekber fetvasına/buyruğuna karşı bir şeyler yapmaları gerektiğini de biliyorlar.

Bu iki yiğit Türk, Avustralya’ya nasıl gittiler? 1912 yılında İngilizler, Hindistan’ı işgal etti. Osmanlı ordusu da 300'ü aşkın asker ile Hindistan’a yardıma gitti. Buradaki savaşta 40 kadar Türk askeri esir düştü. Savaş bittikten sonra esir düşen bu 40 Osmanlı askerini, İngilizler gemilerde çalıştırmaya başladı. Bir İngiliz gemisi Avustralya’ya geldiğinde, esir iki Osmanlı askeri bir yolunu bulup gemiden kaçarlar. Bu iki asker, mesleği dondurmacılık olan Maraşlı Abdullah ile savaştan önce kasaplık yapan Tarakçı Mehmet'tir.

Abdullah ve Mehmet kaçak olarak geldikleri Avustralya’da bildikleri mesleklerini yaparak yeni bir hayat kurarlar. Kısa sürede işleri ve kazançları gayet olur. Fakat onların kulağı sürekli Osmanlı’da ve vatanlarındadır.

Tam bu sırada Avustralya hükümeti, İngilizlerle birlikte savaşmak üzere Çanakkale’ye gitme kararı alır. Bu durum, asılan afişler ve anonslarla Avustralyalılara duyurulur.

Abdullah ve Mehmet’te duyar. Vatandaşlarının zor durumda olduğunu öğrenen iki yiğit, hemen gitmek için harekete geçer. İsterler ama bu o kadar kolay olmaz.

S A V A Ş

Gidemeyeceklerini anlayan Abdullah ve Mehmet, Avustralya hükümetine savaş ilan ederler. Yanlış duymadınız savaş ilan ederler. Bunu da yetkililere gönderdikleri bir mektupla duyururlar. İnanmazlar. Şaka olduğunu düşünürler. Varsın onlar öyle düşüne dursun.

İki kişilik dev ordu, ellerinde ne var ne yok satıp onunla silah alırlar. Anzak askerlerini Çanakkale’ye sevk edecek olan trenin geçeceği stratejik bir yere mevzilenirler. Tren yoluna da Türk bayraklarıyla süsledikleri dondurma arabasını koyarlar. Bütün hızıyla gitmekte olan tren raylar üzerindeki cismi görünce durur. Tam o esnada iki yiğit siper aldıkları kayaların ardından önce el bombalarını atar, ardından da ellerindeki silahlarla ateş etmeye başlarlar. Büyük bir orduyla savaştıklarını düşünen Avustralyalı askerler neye uğradıklarını şaşırırlar. Anzak askerlerine çok ciddi zayiat verirler. Kendileri de orada şehit düşerler.

Bunlar kimdir diye yapılan araştırmanın sonunda Avustralya Genel Valisi Çanakkale’ye gitmek için izin isteyen, izin verilmeyince de Avustralya’ya savaş açan iki Türk olduğunu öğrenir. Kendilerine büyük kayıp verdiren dondurma arabasını müzeye koyarlar. Bu olay Avustralya tarihinde ilk savaş olarak kayıtlara geçer.

Olay, Avustralya’nın en önemli sanayi şehri Sydney’in 250 km uzağında, Beyaz Kayalar denilen bölgede gerçekleşir. Dondurmacı Abdullah, Osmanlı kıyafetini, aba ve şalvarını giyer. Kasap Mehmet’te bayrağını eline alır Osmanlı kıyafetini giyer.

Yukarda da ifade ettiğim gibi Çanakkale'ye sevk edilecek Avustralya askerlerine büyük zayiat verirler. Ne olduğunu bir türlü çözemeyen Avustralyalılar, çok sayıda asker olduğunu düşünerek, bölgeye takviye olarak 250 asker daha sevk ederler.

Bu iki kahraman Türk anısına Avustralyalılar White Rock bölgesine Türk Kayalıkları adını verir.

OLAY FİLMLEŞİYOR

‘Turkish’i Dondurma’ filminin yapımcısı Mustafa Uslu, “Çoğumuzun bilmesi gereken bir hikâye ve bugüne kadar bu olayın film yapılmaması enteresan. Öyle inanıyorum ki bu hadise yurtdışında cereyan etseydi çok sayıda film yapılmıştı.” Der.

Yapımcı Mustafa Uslu’da işin püf noktasını idrak edemez. Cihad-ı Ekber nedir bilemez. Öyle olunca da filmi çeker bir taraftan da; “… Savaşın bir kazanım olmadığını, insanlar dost ve arkadaşken, binlerce kilometre uzaklıktaki iki millet birbirini tanımazken, paylaşacak hiçbir şeyleri dahi yokken neden savaştıklarını, bunun ne kadar anlamsız olduğunu anlatmaya çalışıyoruz.” Der.

Evet, sevgili Mustafa bu iş; yedi düvel (haçlılar) tarafından yok edilmek, parçalanmak istenen memleketimizin korunması için verilen Cihad-ı Ekber fetvasının manevi gücüdür. Bu zahiren anlaşılmaz. Manen hissedilir ve inanılır.

Uslu film çekimine başlamadan önce çok iyi araştırıyor. Hatta ‘arkadaşlarımızı o ülkeye yolluyoruz, kimseye haksızlık yapmak, yanlış bir algı da yaratmak istemiyoruz.’ Diyor. Çılgın Türk’ün yapmış olduğu muhteşem bir öykü (…) biz bu filmle kamerayı sadece bizim tarafımıza değil onların tarafına da koyduk.” diyor.

ROL ALANLARIN YORUMLARI

Filmin başrol oyuncularından Erkan Kolçak Köstendil: “Bu hikâyeyi bilmiyordum, proje geldiğinde nasıl haberimin olmadığına çok şaşırdım. Senaryoyu okuduğum zaman da çok etkilendim” dedikten sonra ‘…bütün bunları okuduğumda şunu diyebilirim ki bu proje sadece bizi değil filmde rol alan yabancı arkadaşlarımı da etkisi altına aldı. Onları da etkilediğinde evrensel bir şey yapabilme ihtimali çıkıyor ortaya. Bu gerçekten çok heyecan verici.’ der.

Turkish’i Dondurma’da oynamaya nasıl karar verdiğini anlatan Ali Atay ise; “Mustafa Uslu aradı, filmin öyküsünü anlatmaya başladı. Avustralya’da yaşayan iki Türk var, I. Dünya Savaşı sırasında Avustralya da savaşa girmeye karar verince vatanlarına dönmelerine izin verilmeyince orada savaş ilan etmişler, askerlerin buraya gelmesine engel olup onları 56 saat boyunca oyalamışlar dedi. Bu beni çok etkiledi." der.

Başrol oyuncularından Şebnem Bozoklu, ‘rol aldığım bütün sinema filmlerinde her zaman senaryo benim için önceliklidir. Hikâyeyi seversem oynarım, bunu herkes bilir. Ama Turkish’i Dondurma’da rol almamın çok daha kişisel bir sebebi var. Kısa bir süre önce babamı kaybettim. Bir anda hastalandı. Son gecemizde babama bu filmin hikâyesini anlattım. Senaryosu üzerinde uzun uzun konuştuk. Babam; “Şebnem, biliyorsun işlerine hiç karışmam, hep senin kararındır ama ilk defa sana şunu söyleyeceğim bu filmde oynamanı çok istiyorum evladım. Lütfen benim için oyna” dedi. 20 gün sonra da babamı kaybettik. O yüzden bu filmde oynamamın duygusal da bir sebebi var. İyi ki babamı dinlemişim, iyi ki böyle değerli bir ekibin içinde, oyuncu arkadaşlarımla birlikte yer almışım” der.

Köylüsüyle, şehirlisiyle; kızıyla erkeğiyle; sanatçısıyla biz; topyekûn Türkiye sevdalısı, vatan aşkı, Allah ve Peygamber sevgisiyle dopdolu bir milletiz.