Savunma analisti Arda Mevlütoğlu, Altay ana muharebe tankının Türk savunma sanayiine ve Avrupa güvenlik mimarisine etkilerini kaleme aldı.

28 Ekim 2025 tarihinde düzenlenen törenle gerçekleştirilen Altay ana muharebe tankının Türk Silahlı Kuvvetlerine (TSK) ilk teslimatı ve tankın seri üretiminin gerçekleştirileceği BMC firmasının Kahramankazan'daki tesislerinin açılışı hem Altay projesi hem de Türk savunma sanayisi açısından büyük bir dönüm noktasını teşkil etmektedir. Uzun ve zorlu bir süreç sonunda ortaya çıkan Altay, Türkiye’nin kendi imkanlarıyla geliştirip ürettiği ilk ana muharebe tankıdır. Endüstriyel boyutta ise, modern bir ana muharebe tankı gibi farklı mühendislik disiplinleri ve alt sektörleri bir araya getiren bir ürünün ortaya konulması, Türk savunma sanayisinin ulaşmış olduğu olgunluk seviyesini göstermektedir. Zira, zorlayıcı teknik ve askeri istekleri karşılaması gereken bir platformun tasarım, test ve üretim süreçlerinin başarıyla tamamlanması, askeri kara araçları sektöründeki ana oyuncuların, küçük ve orta boy işletmelerin (KOBİ), üniversite ve araştırma kurumlarının son kullanıcı ve kamu ile başarılı bir eşgüdümü sayesinde mümkün olabilmektedir.

ZMA'DAN ALTAY'A: KARA ARAÇLARI EKOSİSTEMİNİN DOĞUŞU

Altay ile ulaşılan noktanın tespiti için, Türk askeri kara araçları sektörünün gelişim sürecini ve kaydedilen aşamaları kısaca gözden geçirmek faydalı olacaktır.

Türk savunma sanayisinin yeniden inşası, 1985 yılında, daha sonra Savunma Sanayii Müsteşarlığı olarak değişecek Savunma Sanayii Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı'nın kurulması ile ivme kazanmıştır. Sektörün gelişmesi için gerekli geliştirme ve üretim altyapısı ile insan kaynağının teşkili için de, büyük ölçekli ortak üretim projeleri hayata geçirilmiştir. Bu kapsamda ele alınan projelerden biri de Kara Kuvvetleri Komutanlığının (KKK) ihtiyacı için, lisans altında üretim yoluyla tedarikin hedeflendiği Zırhlı Muharebe Aracı (ZMA) projesidir. Muhtelif tip ve sayıda ZMA ve zırhlı personel taşıyıcı (ZPT) araçların montaj ve teslimatını kapsayan proje için, ABD'li FMC ile Nurol ortaklığında kurulan FNSS şirketi, müteakip dönemde kapasite ve altyapısını geliştirerek gerek TSK gerekse yurt dışı müşteriler için çok sayıda farklı tipte araç geliştirmiş ve üretmiştir. Yine 1980’lerin sonlarında önce Land Rover tipi taktik tekerlekli araç üretimi ile askeri alana giriş yapan OTOKAR şirketi, 1990’lı yıllarda ZPT, Akrep ve Cobra tasarımlarını ortaya çıkarmış; TSK ve yurt dışı pazarlara teslimatlar gerçekleştirmiştir.

Terörle mücadele ve iç güvenlik harekâtının şekillendirdiği ihtiyaçlar, 1990’lı yıllar boyunca askeri kara aracı üreticilerinin tasarım, mühendislik ve sistem entegrasyonu kabiliyetlerini hızla geliştirmesinde önemli rol oynamıştır. Bu dönemde Türkiye’nin maruz kaldığı örtülü ve açık ambargolar, sadece platform değil aynı zamanda pek çok kritik alt sistem ve bileşenin yurt içinde geliştirilmesi ya da alternatif kaynaklardan temini için faaliyetlerin hızlandırılmasını sağlamıştır. Bu gereksinimlerin bir sonucu, başta ASELSAN ve MKEK olmak üzere savunma sanayisi ekosistemindeki oyuncuların kara araçlarına yönelik olarak sensör, silah, muhabere ve sair elektronik sistemi geliştirmesi; bir diğer sonucu da halihazırda kayda değer bir yetkinlik seviyesine ulaşmış olan Türk otomotiv sektörünün askeri kara aracı sektörü ile işbirliğinin derinleşmesi olmuştur. Bu model, Avrupa’nın birçok ülkesinde hakim olan, çoğunlukla tek bir ana tedarikçi etrafında konumlanmış daha merkeziyetçi savunma sanayisi yapılanmasından farklıdır. Türkiye, kara araçları alanında rekabetçi ve çok merkezli bir ekosistem kurarak, teknolojik gelişmeyi hızlandıran iç rekabeti canlı tutmuştur.

Bu ekosistemin olgunlaşmasında TSK ve güvenlik güçlerinin operasyonel deneyiminin kritik bir rolü bulunmaktadır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun zorlu coğrafyasında, el yapımı patlayıcı (EYP), mayın ve muhtelif tip ve kabiliyette tanksavar silah tehdidi ile karşı karşıya kalan araçların zırh koruması, hedef tespit ve teşhis sistemleri ile ateş gücü kabiliyetleri için özgün çözümler geliştirilmiştir. FNSS, Nurol Makina Sanayii, BMC ve OTOKAR gibi ana yüklenicilerin geliştirdikleri araçlar, doğrudan TSK, Jandarma Genel Komutanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından ateş altında zorlu sınavlar vermiştir

2016’dan itibaren Suriye’de ve daha sonra Libya, Azerbaycan ve Irak’ın kuzeyinde yürütülen askeri harekâtlar, kara araçları tasarımında yalnızca teorik gereksinimlere değil, sahadaki gerçek performans ve beka kabiliyeti ihtiyaçlarına göre karar verilmesini sağlamıştır. Özellikle zırhlı muharebe araçları ve zırhlı personel taşıyıcılar, mayın ve el yapımı patlayıcılara karşı koruma, sensör füzyonu, açık mimari aviyonik altyapısı, uzaktan komutalı silah sistemleri ve insansız hava sistemleriyle taktik işbirliği gibi alanlarda kayda değer gelişmelere yol açmıştır. M60T ana muharebe tankı için geliştirilen Tanklara İlave Yetenek Kazandırılması (TİYK) modernizasyon paketi, sahadaki askeri gereksinimlere kısa süre içinde ve etkili çözüm geliştirme yetkinliğinin en somut örneklerindendir. Nitekim bu proje ile M60T Tanklarının üzerinde yer alan bütün elektronik sistemler milli imkanlar ile üretilebilir hale getirilerek, güç grubu dışında dışa bağımlılık ortadan kaldırılmıştır. Denebilir ki, saha deneyimi Türkiye’nin tasarım anlayışını "modüler, hızlı uyarlanabilir, göreve göre konfigüre edilebilir" bir modele yönlendirmiştir. Bu yaklaşım, Ukrayna savaşında yeniden önem kazanan yüksek tempolu muharebe ortamında kritik olan esneklik ve lojistik sürdürülebilirlik açısından değerlidir.

GÜÇ GRUBU SERÜVENİ

Altay tankının teslimi, Türkiye’nin kara sistemleri alanında eriştiği teknik derinliğin bir yansıması olarak görülebilir. Güç paketi konusunda yaşanan gecikmeler ve tedarik zinciri güvenliğine ilişkin maliyetler, bu programı yalnızca teknik değil aynı zamanda stratejik bir proje hâline getirmiştir. Motor ve transmisyon sisteminin yerlileştirilmesi yönünde yürütülen çalışmalar, savunma sanayisi kapasitesinin en kritik katmanlarından biri olan ağır güç aktarma organlarının üretiminde Türkiye’yi dışa bağımlılıktan uzaklaştırmayı hedeflemektedir. Bu hedef gerçekleştiğinde, Altay yalnızca bir tank olmaktan çıkacak, Türkiye’nin zırhlı kara araçları ekosisteminin stratejik bağımsızlığının mihenk taşlarından biri olacaktır.

Altay projesinin, geniş kapsamlı ve uzun vadeli savunma programlarının stratejik ve siyasi boyutlarını Türkiye’ye bir kez daha hatırlatmış olduğunu da vurgulamak gerekir. Projenin başlangıcında seçilmiş olan Alman güç grubunun yaptırım nedeniyle temin edilememesi; milli güç grubu için seçilmiş Avusturyalı teknik destek sağlayıcının benzer şekilde Türkiye’yi yüz üstü bırakması ve en nihayetinde Güney Kore üzerinden alternatif tedarik arayışı, askeri ve endüstriyel düzlemlerde stratejik önemi yüksek projelerde uzun vadeli ve çok katmanlı risk yönetiminin önemini göz önüne sermiştir. Öte yandan yerli güç grubu geliştirme çabaları, teknik karmaşıklığın yanı sıra bütçe, sorumluluk paylaşımı, fikri mülkiyet yönetimi ve kurumsal koordinasyon gibi alanlarda da ciddi tartışmalar üretmiştir. Dolayısıyla Altay’ın, stratejik program yönetimi alanında da Türkiye’ye büyük ders ve deneyimler kazandırmış olduğunu iddia etmek mümkündür. Altay, aynı Milli Muharip Uçak (MMU) ve MilGem gibi Türkiye’nin savunma sanayisinde stratejik özerklik iddiasının, kurumsal karar alma yapılarının ve dış politikadaki manevra alanının somutlaştığı bir test sahası olarak değerlendirilmelidir.

Türkiye’nin kara harp platformları alanındaki bu teknolojik ve endüstriyel gelişimi, Avrupa güvenlik mimarisine çok boyutlu katkılar sunma potansiyeli taşımaktadır. Birincisi, Avrupa’nın özellikle Rusya-Ukrayna Savaşı sonrasında ortaya çıkan endüstriyel kapasite zafiyetinin giderilmesi için hızlı üretim ve modernizasyon kapasitesi gerekmektedir. Avrupa savunma sanayisi pek çok alanda yüksek kalite ve teknoloji seviyesine sahip olmakla birlikte, üretim ölçeği ve teslimat süreleri konusunda ciddi sınırlılıklar yaşamaktadır. Türkiye’nin modüler tasarım yaklaşımı, rekabetçi maliyet yapısı ve yüksek üretim ölçeğine ulaşabilme esnekliği, Avrupa’nın eksik kaldığı tam da bu alana dokunmaktadır. İkincisi, Türkiye’nin harekât deneyimi, Avrupa’nın uzun yıllardır dahil olmadığı yüksek yoğunluklu ve karmaşık muharebe ortamlarına dair pratik doktrin ve sistem entegrasyon bilgi birikimini barındırmaktadır. Bu bilgi ve altyapı gerçek savaş ortamında test edilmiş ve optimize edilmiştir

Futbolseverlere kötü haber: Sezon planlaması değişti
Futbolseverlere kötü haber: Sezon planlaması değişti
İçeriği Görüntüle

Üçüncüsü, Türkiye’nin jeopolitik konumu, Avrupa’nın kara savunma stratejisi için kritik bir güvenlik tamponu görevi görmektedir. Orta Doğu, Kafkasya ve Karadeniz üçgenindeki istikrarsızlık alanları, Avrupa’nın doğrudan güvenliği açısından tehdit oluşturmaktadır. Türkiye’nin geliştirdiği kara platformları ve bunların geniş coğrafyalarda denenmiş olması, Avrupa’nın çevresel güvenlik risklerine yönelik süratle konuşlandırılabilir, farklı iklim ve coğrafi koşullara uyum sağlayabilir araçlara ihtiyaç duyduğu bir dönemde stratejik bir değer üretmektedir.

ORTAK ÜRETİM İÇİN FIRSAT ALANLARI

Türkiye’nin Avrupalı müttefikleri ile savunma sanayisi işbirliği, tedarik düzlemini aşarak ortak geliştirme, ortak üretim ve teknoloji paylaşımı süreçlerinin uyumlaştırılması üzerinden ele alınmalıdır. Bu işbirliği, Avrupa’nın stratejik özerklik söylemini destekleyebileceği gibi, NATO’nun ortak operasyonel kabiliyet standardizasyonuna da katkı sağlayabilir. Özellikle Altay ana muharebe tankı, Arma ya da Pars gibi tekerlekli zırhlı muharebe araçları veya özel görev araç platformlarının gelecekte geliştirilecek versiyonları, bunların ortak AR-GE modelleri üzerinden Avrupa ile birlikte tasarlanması, karşılıklı bağımlılık yaratarak siyasi ilişkileri de güçlendirebilecektir.

Sonuç olarak Altay tankının teslimi, Türkiye’nin kara harp teknolojisi alanındaki bir dönüm noktasını işaret ederken, aynı zamanda Avrupa güvenlik mimarisinin karşı karşıya olduğu endüstriyel ve askeri zorluklara cevap üretebilecek kapasitenin Türkiye’de mevcut olduğunu göstermektedir. Türkiye’nin savunma sanayisi ekosistemi, saha tecrübesiyle beslenen dinamik tasarım yaklaşımı, çok katmanlı tedarik zinciri modeli ve hızla olgunlaşan teknolojik altyapısı sayesinde Avrupa’nın kolektif savunma kapasitesine önemli katkılar sunabilecek durumdadır. Önümüzdeki dönemde mesele, bu potansiyelin siyasi ve stratejik düzlemde rasyonel biçimde yönlendirilmesi olacaktır. Türkiye’nin kara harp teknolojisindeki bu olgunlaşma, savunma sanayisinin ulusal ihtiyaçları karşılama kabiliyetinin yanında uluslararası güvenlik mimarisinde artan bir rol üstlenme kapasitesinin göstergesidir.

Kaynak: AA