Şia, sözlükte tabi olmak demektir. Hazreti Aliye tabi olanlara Alinin şiası denir. Bugün Şia denince akla her ne kadar İran geliyor olsa da Şia kavramı aslında tamamen Araplardan çıkan bir meseledir. İlk Şia Araplardır. Peki, Şia nasıl oluşmuştur?

HARİCİ ZİHNİYETİN ŞİANIN OLUŞUMUNDAKİ ROLÜ

            Üçüncü halifemiz Hazreti Osman’ın akrabalarına devlet kademelerini vermesi, icraatlarındaki yanlışlıklar, yumuşak tabiatı ile ilgili meselelerle başlayan süreçte kendisini öldüren haricilerin temel düşüncesi Allahtan başka hüküm koyan yoktur” düşüncesi idi. Kendilerince Kurana uymadığını düşündükleri Hazreti Osman’ı Kuran okurken öldürmüşlerdir. Hariciler, anlaşmazlıklar kişilerin hükmüne sunulamaz görüşünü savundular. Hazreti Osman’ın hilafetinden sonra Muaviye ve Hazreti Ali arasında kimin halife olacağını belirlemek amacıyla Amr bin As ve Musa el-Eşari hakemlik yapmışlardır. Hariciler hakemi kabul eden Hazreti Alinin kâfir olduğunu iddia ettiler. Kendileri dinin has adamları olduğu için(!) bu düşünceyi desteklemeyenlerin de ilahi hükmü savunmadıklarından dolayı kâfir olduğunu iddia ettiler. Harici denilince akla ilk gelen, tekfirci bir cemaat yapısının hâkim olmasıdır. Az da olsa bugün Türkiyede bu yapının izlerine rastlanmaktadır. Savundukları görüşe göre kendileri dışındaki herkes Hıristiyan ve Yahudiler gibi himaye altında olan zımni halk olarak kabul edilirler. Kâfirlerin ailelerini de kâfir kabul ederler. Zaman içerisinde Hariciler, kendi anladıkları Kurana tabi olmayan herkesi küfür içerisinde gördüler. Toplumda çoğunluk oluşturunca da hemen devlet kurmak istediler. Devlet oluşturamadıkları zamanlarda ise Kuran ile hükmetme imkânı kalmadıysa o halde şeriata riayet edecek küçük gruplar inşa etme kararı aldılar. Biat edip mini İslam devleti inşa eden kuruluşlar haline geldiler. Ama mini bir topluluk da olsa makro İslam devleti hükmünde cezaların infazına onay verdiler ve hatta öldürmeye bile gittiler. Gruplarının infaz kararı geçici İslam devlet başkanı tarafından asıl halife gibi alınmış bir karar olarak değerlendirildi. İslam’ın bekası için de imkân buldukça kendilerine muhalefet edenleri zaten kâfir oldukları için Allah rızası adına rahatça öldürdüler. Aslında bu tarihsel bakış açısından yakın tarihte Güneydoğuda yaşayan cemaatleri, Allah rızası için birbirini öldüren grupları gözden geçirmek gerekir. İnsan yaşadıkça tarih tekerrür etmek zorundadır denir. Hariciler Hazreti Aliyi de öldürdüler, Emeviler döneminde Hazreti Hüseyin de katledilince diğer Müslümanlar bu meseleleri hazmedemediler. İşte o dönemde İslamda kader meseleleri uzun uzun tartışıldı. 

ALİ’NİN ŞİASI

            Şehit edilen Ehli Beytin, özellikle de Hazreti Hüseyinin intikamını almak için planlar yapan Araplar olmuştur. Yani İran ve Irak Şiileri o dönemin Şiası asla değildiler. Bunlar yüzyıllar sonra gelen bir akımdır. Onların Hazreti Muhammedin seçilmiş olması ve özel niteliklerinin, sonradan kendi nesebine yani peygamber ailesine geçtiğine inanırlar. Emeviler tarafından Kerbela'da Hazreti Hüseyinin şehit edilmesi ile ilk Şia fikri ümmette ortaya çıkmıştır. Hazreti Hüseyinin katillerinden intikam almak isteyen Müslümanlar toplanmaya başladı. Ciddi bir intikam duygusu oluşturuldu. Hazreti Hüseyinin öldürülmesine katılan ama sonradan pişman olan Tevvabun” (tövbe edenler) denilen bir kesim de ortaya çıktı. 4000 kişilik bir ordu kurup yaptıkları hataya sevk eden failleri öldürüp Allah’ın kendilerini affetmesini ümit ettiler. Her aklı başında Müslüman zulme dur demek için beraber saf tutmaya başladı. Emeviler'in devrilmesi için tarihte birçok Şia devleti kuruldu ama çok başarılı olamadılar.

Buradan da anlaşılacağı üzere ilk Şia olayları tamamen Araplar arasında gerçekleşen olaylardı. Ehlisünnet olan insanlar için o dönemde peygamberin torunlarının yanında olmak ve halifelerin katillerinin karşısında durmak bir zorunluluk idi. Yani o dönemde yaşayan Müslümanlar Şii olmak zorundaydı. Şiilik, ehlisünnetin o günkü siyasi adı denilebilirdi.  Hatta Hanbelî mezhebinin İmamı Ahmet bin Hanbel, Hazreti Muhammedin ailesinin hak ettiği saygıyı ancak hadis ehlinin tam anlamıyla anlayabileceğini ve hadis ehlini Alinin gerçek Şiası olarak gördüğünü de beyan etmiştir.

            Şiilik ilk zamanlarda Hazreti Alinin şahsi değerine olan asgari bir inançtı, o dönemde hazreti Ali hakkında şahsi karizması diye bir eklenti yoktu. Ortada hak ve batıl mücadelesi vardı. Savunanları tarafından, ilerleyen zaman içerisinde bu karizmatik abartı, Hazreti Alinin insanüstü mükemmellikten liderliğe, doğaüstü donanımlara ve ilahi mevhibelere taşınmaya başlandı. Zaman ilerledikçe abartılar da çoğalıyordu. Bu grup müntesiplerinin aşırılıklarından dolayı ilginç bir formata sokularak kendisinin ölmediği, kıyamete doğru yeniden geleceği inancı dahi yayılmaya başlandı.

Tarihin hangi zamanında olursa olsun Hazreti Aliye karşı çıkan insanlar Şianın da düşmanı ilan edildiler. Şialar tarafından, Hz. Ali ile aralarında olan nizahtan dolayı Hz. Aişe annemizin kötü kadın olarak vasıflandırılması normal bir görüş gibi sunulmakta idi. Hazreti Alinin önüne geçecek olan her engel aşılacaktı. Zamanla Hazreti Aliye atfedilen bu üstünlüğün, Hazreti Hüseyinin oğulları Zeynel Abidin, Bakır olarak bilinen Muhammed ve Muhammedin oğlu Cafer ile nesilden nesile devam ettiğine inanılır. Şia öyle bir hale geldi ki kendilerini tekfir eden Haricilerin konumuna düştüler. Ali muhalifi olan herkes kâfir konumuna çıkarıldı. Artık ne bundan sonra hatta ne de önce Hz. Aliye karşı çıkılamayacak bir inanç oturmaya başladı.

Hazreti Alinin haklılığından başlayan bu süreç rayından çıkıp, bundan sonra İslami devlet idaresinin Hz. Alinin soyundan gelenlere ait olması gerektiği inancı hâkim olmaya başlamıştır. Yani Şia inancına vasiyet inancı eklenmiştir. Hazreti Alinin soyundan gelenlerin imam olabileceği ve bu imamların büyük ve küçük günahlardan masum olduğu ve korunduğu inancı ile hazreti Alinin soyu kutsanmaya başlanmıştır. Burada daha ileriye gidip Peygamber Aleyhisselam’ın hemen vefatı ile Ali soyunun idareyi alması gerekirdi diye kendilerince geriye dök düzeltmeler yapmaya kalkmışlardır. Hazreti Ebu Bekiri ve diğer halifeleri de tan eden (kötüleyip, dil uzatmak) bir kesim oluştu. Peygamber efendimizin vefatında Hazreti Alinin imametini tanımayıp Ebu Bekiri destekleyen büyük çoğunluğun kâfir olduğunu düşünen İmamiyye kolu sahabenin çoğunu mürted (dinden dönmüş) olarak görmüştür. Şia artık tarihte mücadele ettiği Haricilere benzemiştir. Diğer halifeler de artık boşa çıkmıştır. Varsa yoksa Alidir. (Kendisine selam olsun.)

TÜRK ŞİASI ALEVİLER

Hazreti Alinin haklı olduğunu savunan Müslüman, ehli insaf kesim baktılar ki Şia diye başlayan inanç bir sapkınlığa, bir saplantıya dönüşmeye başladı, onlar da kenara çekilip kendilerini ehlisünnet olarak isimlendirmeye başladılar.

Şia artık ehlisünnet içerisinde yaşayan, haddini aşan bir grup fırkanın ismi haline geldi. Hatta bazı Şiiler aslında vahyin Hazreti Aliye geleceğini, bu işte yanlışlık olduğunu dahi iddia etmeye başladılar. Farsların Müslüman olması ile artık bu görüşler bir devlet nizamında oturtulmaya başlandı. Şia İslam devleti bütün gücüyle aktifti. Artık imamlar Hazreti Alinin soyundan gelecekti. Bunlar 12 imamdılar. “İsnaaşara” (12 ciler) Hz. Hüseyinin oğulları Bakır ile Zeynel Abidin ve bunların soyu Cafer üzerinden giden kutsal bir nesil ortaya çıktı. Tabii bunlar sınırlarımızın pasaportla geçilmediği o günkü komşumuz İranda geçmektedir. Bizim içimizde de bu inancı destekleyen birçok insan çıkmış ve birçok tekke kurmuşlardır.

Şia anlayışının Türkiyedeki bir tezahürü de Alevilerdir. Alevilik, Türkiyede şehir şehir inançlarda farklılıklar gösterir. Bir kısmı mevcut ehlisünnete çok yakın durup ilk aleviler gibi Hazreti Aliyi seven, haddini aşmayan, abdest alıp namaz kılan, oruç tutan bir kesimdir. Bir kısmı da Hazreti Aliyi sevmeyi en büyük ibadet gören diğer ibadetlere gerek duymayan ve hatta kendince değişik ibadet şekilleri de çıkarmış, her türlü haram ve fuhşiyatın arkasına Ali sevgisinden dolayı sığınmış, Hazreti Alinin hayatta olsa idi ilk kendileri ile savaşacağı bir kesim olmuştur. Sanki yeni bir din inşa etmişlerdir.

Toplumda Şia inancının Ali soyunun devam edebilmesi için gözle görülür kutsal birilerini inşa etmek gerekmektedir ki bu soyun devam ettiğinden kimsenin şüphesi olmasın. Bunun da bugün Türkiyedeki tezahürü Seyyid ve Şerif denilen insanların diğer insanlardan üstün olduğu anlayışıdır. Hazreti Hüseyinin soyundan gelenler Seyyid, Hazreti Hasan’ın soyundan gelenler Şeriftir. Hâlbuki İslamda herkes eşittir, üstünlük sadece takvadadır. Hatta peygamberimizin soyundan olmasına rağmen Ebu Lehebe Tebbet suresinde her gün namazlarda beddua ederiz. Damarda akan kanın insanlar arasında bir üstünlük vesilesi olmadığı Müslümanlar tarafından bilinen, veda hutbesinde tekrarlanan şüphesiz bir İslam yasasıdır. Peygamber Aleyhisselam ve ailesi İslam hukukunda bir kaç ayrıcalık ile ortaya çıkmıştır. Bunlardan birisi peygamberimizin eşleri ümmetin anneleridir. Diğeri peygamber efendimize ve onun ailesine zekât verilemez. Çünkü peygamberimiz kendisine ve ailesine zekât verilemeyeceğini bizzat beyan etmiştir. Bu bilgi acaba sadece peygamberimiz ve o günkü aile fertleri için mi geçerliydi, yoksa peygamber ailesinden kıyamete kadar doğan çocuklar da bu ailenin bir parçası olarak kabul edilecekler mi? Zekât verilemez mi gibi tartışmaları doğurdu. Osmanlı’da bu konuda isabetli bir karar ile peygamber Aleyhisselam soyundan gelen insanlar (tabi bunu şecereleri ile ispatlamaları lazımdır, bunca yıl eski eserleri incelerim ama ömrümde sadece bir tane peygamber soyu şeceresini görmek nasip oldu) fakir kalıp zekâta muhtaç olmasın diye belirli makamlarda iaşelerini sağlayacak bir konuma getirilmişlerdir. Tek ayrıcalık buradan kaynaklanmaktadır. Bu hukuki davranış harici herhangi bir üstünlük görülmemektedir. Ama İslam’ın insana bakış açısını anlayamayan halk kitleleri arasında Seyyidlik üstünlük zannedilmektedir. Bugün Doğu'da ve Güneydoğu'da soyu Kürt ve Türk olan birçok aşiret kendilerinin Seyyid olduğunu, seçilmiş olduklarını düşünürler. Hatta bunu bir kısmı diğer aşiret üyelerine bir dikte olarak sunmaktadır. Mademki biz Ali soyundanız, siz de marabasınız, imamlık, liderlik bize aittir. Siz de hizmetimizde çalışacaksınız gibi durumlara getirenler bile olmuştur.

Velhasıl Hazreti Aliye yanlış yapıldı diye başlayan bir düşünce zaman içerisinde eklenti yapıla yapıla haddini aşmış bir fikri akıma dönüşmüştür.

1400 yılda şekillenmiş bir anlayış bir makale ile asla izah edilemez. Ama gücümün yettiği kadar bir iskelet oluşturmak istedim…