Evladım, şeytan Kaf Dağı’nın ardında yaşamaz, hemen damarında, dibinde yaşar. Kanın damarda dolaştığı gibi insana etki eder. O çekirdekten şeytandır; senin atanı, dedeni, babasını, onun babasını bilir, ama sen onu bilmezsin. Sana “İbadet etme!” demez, ama ya namazı fazla kıldırıp ya da az kıldırarak saptırır. Düşmanı tanımadan, tartmadan, âle’l amye harbe çıkmak, harbe zeval getirir. Unutma kendi düşmanınla aynı evi paylaşıyor- sun.
Sakın düşmanı cenk meydanında arama, o damarında kan gibi dolaşır. Senin gıybetinle, ettiğin küfürle, inadınla, kibrinle büyür...
1.Hikâye: Dede, Torunu ve Şeytan
Ödünç bir göz alsak o yaşlı gözlerden, yürüsek gecenin koynunda rahmana doğru...
Dede ile torunu gece yol almak için kalkarlar, abdest alıp seccadeyi gözyaşlarıyla ıslatırlar.
Şeytan acılar içinde kıvranır, bir hile arar, biraz yükselir ve tok bir sesle “Boşuna yalvarma, gençliğindeki işlediğin günahlardan dolayı bu kapı kapandı” der.
Torunu:
- Dede madem ki af yok uğraşmayalım.
- A... torunum, bu kapı kapanmış olsa idi bile, bundan daha iyi bir kapı mı var ki ona gidelim? Kalk evladım şeytandan Allah’a sığınıp ibadete devam edelim...
2.Hikâye: İyilik Kılıfıyla Yaklaşır İnsana
Bir kadın derdini anlatmak için Bağdat Camisinden çıkan bir dervişi bekledi. İki derviş tam camiden çıkınca kadıncağız utana sıkıla onlara yanaştı, sorusunu soracaktı ki sıkılganlığından dolayı kendini çok kasması ile yellendi. Şeytan hemen dervişe fısıldadı “kadını utandırma, sen iyi birisin, sağır gibi davran” diye dervişin gönlüne bir tohum attı.
Derviş:
- Anacağızım, yüksek sesle konuş, benim kulağım duymaz. Daha yüksek, daha yüksek dedi, kadının yüreği ferahladı.
Sorusunu sordu cevabını aldı ve gitti. Diğer derviş soruyu cevaplayana: Kulağın duymadı, burnun da mı koku almadı?
Keşke sadece sussaydın. Bir ayıbı örteyim derken sen de ona bir yalanla cevap vermiş oldun. Uyanık ol dostum, şeytan seni Allah’la kandırır...
İsnat
“Ey insanlar! Allah’ın verdiği söz bütünüyle gerçektir. Dünya hayatı sizi aldatmasın. Sakın o çok aldatan şeytan da sizi Allah ile aldatmasın.”
(Fatır, 5)
3.Hikâye: Köpek ve Şeytan
Şam-ı Şerif’te Ebu’l Hikmet öğrencilerine bir soru sorar:
- Yolda gidiyorsunuz ve karşınızda bir koyun sürüsü var. O koyun sürüsünün de bir köpeği var. Sizi görünce havlamaya başladı, sesi kalbinize korku tohumları attı. Yola devam etmeniz gerekiyor, ne yaparsınız?
Öğrencilerden birisi:
- Yerden taş alır atarız.
Hoca:
- Ya taş atınca daha çok saldırgan olursa?
Diğer öğrenci:
- Otururum!
Hoca:
- Oturunca saldırması geçer, ama sen yol alamazsın. Ne zamana kadar oturacaksın? Belki koyunlar akşama kadar yayılacak ve köpek orada...
Bir diğer öğrenci:
- Sürünerek giderim!
Hoca:
- Belki görünmeden geçersin, ama görünürsen daha çok yaklaşmış olursun.
Zeki bir öğrenci baktı ki çözüm zor, hoca bir şey öğretmek istiyor:
- Peki hocam ne yapalım, diye sordu?
Hoca:
- Sahibine seslenin evladım. Çobana seslen…
- Bakınız evlatlarım bazen bir şeyle mücadele etmek çok zor olur. Şeytan da bizi görmektedir, ama biz onu görmemekteyiz. O bize yaklaşmakta, biz yaklaştığını bilmemekteyiz. Bizim kalbimize bazı fikir tohumları atmakta, “ben bu konuda şöyle düşünüyorum” diye o tohumları itina ile büyütmekteyiz. Yani önümüzde öyle bir düşman var ki onunla eşit şartlarda değiliz, mücadele etmeye kalkmayın. Onun da bizim de bir sahibimiz ve yaratıcımız var. Biz sadece sahibimize sesleniriz; “Rabbim bu şeytandan sana sığınırım.” deriz. Nasıl ki Yağmur yağınca yağmurun yağmasını engelleyemiyoruz, onun için bir damın altına sığınıyor isek engelleyemeyeceğimiz her konuda yaradana sığınmamız gerekir. “Euzu billahi mine’ş şeytani’r racim (kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım).” İşte Kur’an okurken de eûzu besmele çekeriz ki şeytan aklımıza, gönlümüze yanlış fikirler düşürmesin, yanlış anlayış vermesin diye…
Sahibine seslenelim dostlar...