"Yeni yıl tartışmaları, takvimler üzerinden değil; ahlâk, adalet ve toplumsal sorumluluk üzerinden ele alınmalıdır. Asıl muhasebe, bir gecelik kutlamalarda değil; kul hakkı, kamu malı ve vicdanlarda yapılmalıdır."

İlahiyatçı H. Öndegelen imzasıyla yayımlanan ve yeni yıl kutlamalarını dinî hassasiyetler çerçevesinde ele alan metin, toplumda uzun süredir var olan bir tartışmayı yeniden gündeme taşıdı. Bu tartışmanın kendisi kıymetlidir. Ancak meseleyi yalnızca takvim, sembol ve ritüeller üzerinden ele almak; daha derin ve yakıcı toplumsal sorunların geri planda kalmasına yol açmaktadır.

Yeni yıl, ne bir ibadettir ne de bir inanç göstergesidir. Sosyolojik açıdan bakıldığında yeni yıl, insanlığın ortak zaman algısında bir eşiktir. İnsanlar bu eşikte geçmişi muhasebe eder, geleceğe dair umut ve beklentiler üretir. İslam’ın da insanı muhasebesiz, zamansız ve sorumluluktan uzak bir varlık olarak tanımladığı söylenemez.

Sorun, yılın değişmesi değildir. Sorun, bu günlere yüklenen ölçüsüzlüklerdir. İçki, kumar, israf ve ahlâksızlık elbette haramdır; ancak bu fiiller yalnızca yılbaşına özgü değildir. Haram olan zaman değil, fiilin kendisidir. Aynı davranışlar yılın başka günlerinde işlendiğinde de aynı dinî hükme tabidir.

Bugün Müslüman toplumların asıl sınandığı alan, eğlence geceleri değil; gündelik hayatın ahlâk zeminidir. Yalanın sıradanlaştığı, kul hakkının hafife alındığı, liyakatin zedelendiği bir toplumsal yapıda; tartışmayı yalnızca yılbaşı gecesine sıkıştırmak, gerçek sorunları görünmez kılmaktadır.

İslam düşüncesinde Beytülmal, yani kamu malı, dokunulmaz bir emanettir. Beytülmalin israf edilmesi, adaletsiz biçimde kullanılması ya da şahsî çıkarlar uğruna zayi edilmesi; bireysel bir kusur değil, toplumsal bir vebaldir. Yoksulluğun derinleştiği, adalet duygusunun zedelendiği bir tabloda; birkaç gecelik bireysel harcamaları dinin merkezine yerleştirmek, sosyolojik gerçeklikle örtüşmemektedir.

Toplumu çürüten şey insanların bir araya gelmesi değil; adaletsizliğin normalleşmesidir.

Öte yandan kültürel hafızanın bütünüyle reddedilmesi de sağlıklı değildir. Türk toplumunun tarihsel geçmişinde, tabiat döngüsüne ve yeni başlangıçlara verilen anlam Batı’dan çok daha eskidir. Nardugan gibi gelenekler, dinî ritüel değil; kültürel sürekliliğin izleridir. Kültürü toptan mahkûm eden bir dil, dini korumaz; toplumu köksüzleştirir.

İsa Peygamber (a.s.), Kur’an-ı Kerim’de adı geçen ve Allah’ın elçisi olarak kabul edilen bir peygamberdir. Onu tarihsel bağlamda anmak ya da konuşmak, İslam inancına aykırı değildir. Asıl tehlike, tarihsel bilgiyi yasak alanına hapseten ve dini hayattan koparan bir söylemdir.

Din, hayatı daraltmak için değil; hayata ölçü kazandırmak için vardır.

Toplumsal sorunlara eğilmek haram değildir; aksine adalet, emanet ve kul hakkı merkezli her muhasebe, İslam’ın özüne daha yakındır.

Takvimler değişirken, asıl değişmesi gereken vicdanlardır.