Üç aylara giriyoruz…
Nevşehir’de, Gülşehir’de, Avanos’ta, Ürgüp’te, Acıgöl’de, Derinkuyu’da camiler dolacak. Kurşunlu Camii’nde, Damat İbrahim Paşa Camii’nde, Alibey Camii’nde, Bekdik Camii’nde saf tutulacak. Kandil gecelerinde avlular kalabalıklaşacak, meydanlarda lokma kazanları kaynayacak, kandil simitleri poşetlere doldurulacak.
Bir hareket olacak, evet.
Ama her hareket, hareket değildir.
Son yıllarda şuna çok alıştık:
Toplanıyoruz, dağıtıyoruz, fotoğraf veriyoruz ve dağılıyoruz.
Lokma dağıtılıyor, kandil simidi dağıtılıyor, çorba ikram ediliyor.
Sonra herkes evine gidiyor.
Peki ya sonra?
Sonra…
Aynı mahallede aç yatan çocuk yine aç.
Aynı sokakta borcunu ödeyemediği için elektriği kesilen aile yine karanlıkta.
Aynı şehirde iş aramaktan yorulmuş genç yine umutsuz.
Ama vicdan rahat.
Çünkü “bir şey yaptık”.
İşte tam burada durmak gerekiyor.
Ve sormak gerekiyor:
Biz ibadet mi yaptık, yoksa vicdan mı susturduk?
Hz. Muhammed’in kurduğu ahlâk düzeninde sadaka, göz önünde dağıtılan bir nesne değildi; sistemli bir sorumluluktu.
O, açlığı kutsamadı.
Yoksulluğu makbul görmedi.
Yardımı rastgele değil, ihtiyaca göre yaptı.
Bu tarihî bir gerçektir.
Bu sosyolojik bir gerçektir.
Bugün Nevşehir’in bazı mahallelerinde insanlar yardım istemeye utanıyor.
Çünkü herkesin içinde lokma almak kolay,
ama evine erzak götürmek zor.
Kandil gecesi cami avlusunda ikram edilen simit kimseyi doyurmuyor.
Ama çoğumuzu rahatlatıyor.
Asıl tehlike de burada başlıyor.
Psikoloji diyor ki:
İnsan, sembolik iyiliklerle vicdanını kısa süreliğine susturabilir.
Bilim diyor ki:
Kalıcı sorunlar, geçici çözümlerle çözülmez.
Üç aylar bir vicdan muhasebesi zamanıdır.
Ama biz bu muhasebeyi çoğu zaman yüzeyde yapıyoruz.
Oysa Muhammedî duruş yüzeyde kalmaz.
Hz. Muhammed;
– Aç komşusu varken tok yatanı sorguladı.
– Yetimi sadece sevmedi, korudu.
– Yoksulu sadece anmadı, ayağa kaldırmaya çalıştı.
Bu bir devrimdi.
Sessiz ama köklü bir devrim.
Şimdi gelelim konuşulmayan yere…
Rahatsız eden ama kaçamayacağımız yere…
Bu şehirde ekonomi uzun zamandır alın terinden çok arsa metrekareleriyle,
emekten çok faiz tablolarıyla,
üretimden çok konut ilanlarıyla dönüyor.
Ayda yüz konut satanlar var bu şehirde.
Bir tuşla servet büyütenler,
bir imzayla hayat daraltanlar…
Soralım şimdi, yavaşça ama dürüstçe:
Faizle büyüyen sermaye, kandil gecesi dağıtılan simitle arınıyor mu?
Konut ticaretiyle zenginleşen vicdan, cami avlusunda rahatlıyor mu?
Lüks aracından inip abdest alan, saf tutan insan;
bir ay önce bir ailenin ödeyemeyeceği kira artışına imza attıysa,
bir gencin evlenme hayalini ertelediyse,
bir memuru bu şehirden göçe zorladıysa…
Şimdi soralım:
Bu namaz hangi yükü hafifletiyor?
Bu kandil hangi borcu siliyor?
Kimseyi hedef göstermeden, kimseyi mahkûm etmeden söyleyelim:
İslam sadece bireysel ibadetler dini değildir.
Toplumsal adalet olmadan, bireysel takva eksik kalır.
Kur’an’da faiz sadece bir ekonomik tercih değil,
toplumu bozan bir düzen olarak anlatılır.
Hukuk da aynı yerde durur:
Barınma hakkı temel bir insan hakkıdır.
Ahlâk da şunu söyler:
Birinin kazancı, başkasının hayatını daraltıyorsa orada durup düşünmek gerekir.
Üç aylar bunun içindir.
Daha çok namaz için değil sadece,
daha çok hesap için.
Takva;
sadece vermek değildir,
yerine ulaştırmaktır.
Takva;
sadece paylaşmak değildir,
yük almaktır.
Kasada başlar takva.
Sözleşmede başlar.
Kira bedelini belirlerken başlar.
Faiz hesabı yapılırken başlar.
Lokma hayırdır, kandil simidi güzeldir.
Ama yetmez.
Yetmediği yerde ısrar etmek, hayır değil alışkanlıktır.
Üç aylar bize bir fırsat sunuyor:
Takvayı programdan çıkarıp hayata taşımak için.
Ritüelden çıkarıp ahlâka dönüştürmek için.
Belki o zaman,
kandil gecelerinde dağıtılan simitlerden çok,
unutulmayan insanlar konuşulur.
Ve belki o zaman,
ölmüş vicdanlar dirilir.
Bu şehirde üç aylar sadece takvimde değil,
hayatta da gerçekten ihya olur.
Next